Gaybın Kuyusuna Düştü
Önce bir fırtına çıkageldi. Yaşadığı evi temelinden sökerek aldı ve arşa çıkardı. Ardından var gücüyle bir hınçla yere vurdu. Sonra bir iskambil kağıdı misali dağılıverdi masum güzel anıları, inancı, umudu.
Kuru otlar kucak açtı onlara, toprağından yer verdi. Eskisi gibi değildi. Gördükleri de eskisi gibi değildi. Eski, geçmiş, geride kalmıştı. Göğsünün en derinlerinde şarapnel parçaları dağıldı. Patlayan damarlardan akan kan, bir nehir gibi aktı, geçmiş denen o havuza…
Bâbil hâlâ yerli yerinde ama enkaz halindeydi asırlardır. Asma bahçeleri artık yoktu. O gözler, mezar taşına, biriken toprak yığınına bakarken akşam ezanının okunmasına da az bir vakit kalmıştı. Sararan otları gördü, kurumuş ağaçları. Ayağının dibinde, bir çekirdek kabuğunu yuvasına götürmeye çalışan karıncayı izledi gözleri. Sonra, “Herkes gitti. Bu evrende bir başıma kaldım” dedi.
Umutsuzca toplu mezarlara baktı. Yalnızca sevdiklerinin değil, çocukluğunun, masumiyetinin, inançlarının, umudunun da toprağın altında çürümeye terk edildiğini gördü. Aslında görmekten ziyade geç de olsa farkına varmıştı. Bir kaç damla gözyaşı döktü; gelmeyecek o güzel günlerin, kaybettiklerinin birer itirafıydı sanki…
Kabulleniş ve çaresizlik. Yoksa ikisinin lügattaki karşılığı aynı mıydı? Öyle bile olsalar, eşanlamlı sözcüklerdi artık onun için. Sonu olmayacak yeni bir başlangıcı da yoktu artık. Başını kaldırıp semaya baktı. Gözleri Tanrı’yı aradı.. Bir işaret vermesini bekledi biçare. Ve Tanrı yine sessizdi…
Köşebucak saklanacak meçhuller aradı kendine ama her defasında yine mağlup oldu. Sanki gizli bir el, kabullenişten kaçışını engeller gibiydi. Kendine çıkış bir yol aradı. Mecnun gibi dolaşırken Yusuf misali kuyuya düştü. Gaybın, hiçliğin kuyusuna.
Hiç direnmedi.
İsyan da etmedi.
Sonra elleriyle şu yazıyı kazıdı; “Yerin üstünde zaten sesimi duyuramıyordum, kuyuda ölümü beklesem ne yazar ki”
TAHA EMRE YILMAZ
Okur Görüşlerine Açık Sayfa