Preloader image
İÇİNDEKİLER

Puşkin’in Tamamlanmamış Rusyası

Nurettin Şafak
Helene Carrere d’Encausse

Puşkin’in Tamamlanmamış Rusyası

Rusya tarihine bir göz atacak olursak, bu devasa ve tuhaf ülkenin devlet olarak dünya haritasında yer almasından buyana, mutlak ve güvenli olarak, sınırlarını sıcak denizlere ulaştırma emelinde olduğunu görürüz. Ruslar, ülkenin dinamizmini ayakta tutabilmenin yegâne ve en önemli şartı olarak görürler, sıcak denizlere açılmayı.

 

“Biz de var olmak zorundayız” sloganıyla hareket eden Rusya, öncelikle Kuzey Savaşıyla Baltık denizi kıyılarını istila etti. Fakat bu yöreler, sürekli olarak buzulsuz değildi. Sibirya kıyılarını tam bir güvence altına almak ve buzulsuz denize açılmak hevesiyle Okyanus ötesine yaptığı hamle ise 1904’de Japonlar tarafından adeta sille tokat geri püskürtüldü.

 

Ancak Rusya, hem Bizans’ın doğal varisliğine talip olma, hem de Büyük Peter Vasiyetnamesinin gereği, İstanbul ve Çanakkale Boğazları’ndan geçerek, Akdeniz’e inme emelini canlı tutmuştur. Belki de Birinci Dünya Savaşının en önemli sebeplerinden biri budur.

 

Rusya’nın Paris Büyükelçisi 11 Ağustos 1914’de hükümetine çektiği bir telgrafta, “Fransız Hükümeti savaşın sonunda Boğazlar Sorununu, Rusya’nın arzu ettiği şekilde çözümleneceğini beyan etti” diye bildiriyordu. İşte Rusya’nın bu emeli ki, Türkiye ile ezeli bir rakip olmasına, zaman zaman çok şiddetli düşmanlıkların ortaya çıkmasına da yol açmıştır.

 

Komşumuz ve ezeli rakibimiz Rusya’yı ne kadar biliyoruz, tarihçilerimiz, strateji uzmanlarımız, sosyologlarımız, gazetecilerimiz, toplum mühendislerimiz Rusya’yı, Rus insanını ve tarihini ne kadar tanıyor? Fransız Yazar Helene Carrere d’Encausse’nin, Puşkin’in “Rusya Tamamlanmamıştır” vecizesinden hareketle yaptığı inceleme, Rusya’nın değişmeyen özelliklerini, çelişkilerini tarihi süreç içinde tahlil ediyor.

 

XII. yüzyılın ilk yarısından itibaren Rusya’yı ele aldığımızda görürüz ki, sınırları olmayan, onlarca prensliklerden oluşan, savunmadan yoksun açık bir alana sahip bu coğrafya, tarih boyunca özellikle doğudan gelen kavimlerin iştahını kabartmış, adeta davetkâr olmuştu.

 

Asya’yı neredeyse baştanbaşa ele geçiren Cengiz Han’ın torunları için, iştah dişin dibine düşmüştü. Cengiz Han’ın torunu Batuhan komutasındaki Moğollar, Rusya’ya girdi ve Kiev’den kuzeydeki şehirlere kadar her yeri ele geçirdiler. Şimdi Rusları uzun ve korkulu bir gece bekliyordu. Rusya’nın tarihi bu işgalle her ne kadar kesintiye uğramış olsa da, bir anlamda imparatorluğa giden yolun açılmasını sağlayan sebepleri de beraberinde getiriyordu.

 

Moğolların en büyük derdi vergi toplamak, kuvvet kullanarak düzeni korumak ve bu düzenin güvenliğini sağlamaktı. Devletin toplum ile münasebetleri sadece bu çerçeve içinde kalmıştı ve insanların ihtiyaçları ile ilgilenmiyorlardı. Hane yerine fert başına vergi toplayan Moğollar, bu konuda kendi insanına en iyi şiddet uygulama becerisini gösteren Moskova Prensine büyük bir imtiyaz bahşediyordu. İşte bu imtiyaz sayesindedir ki, Ruslar korkulu rüya gördükleri o uzun geceden çıkmayı ve bağımsız bir hayatın yolunu bulmayı bilmiş, özellikle de Kiev’in görkemi söndükten sonra kaybolan birliğe dönüş sağlayabilmişti.

 

Öteki prensliklerin aksine Moskova Prensleri, işgalcilerin güvenini kazanacak kadar becerikli çıkmışlar, yaptıkları hizmetler karşılığında önceleri açık olmayan, sonradan tamamen kendilerine verilen birinci dereceden işbirlikçi statüsünü de elde etmişlerdi. XIV. Yüzyıl başında, prensliğin başında, hem çok yetenekli bir iş adamı, hem de büyük bir vatansever olan, Kalita takma adlı 1. İvan bulunuyordu.

 

Moğol boyunduruğuna karşı 1327 yılında ayaklanmış olan Tver prensi ve halkını ezmek üzere, Han ile askeri işbirliğine girmekten çekinmedi. En üst noktaya vardırılan bu işbirliği çok büyük bir bedelle ödendi ama İvan Kalita, mükâfat olarak efendilerinden Büyük Prens unvanını aldı ve ülkenin genelinde vergi toplama yetkisine sahip oldu. Böylece, işgalcisinin yardımı ile Moskova Prensi, siyasi önceliğinin ve Rus birliğinin yeniden hayat bulmasının doğduğunu görür gibi oldu.

 

Moskova, aynı zamanda prenslerin, Moğolların kovulması için gerekli kuvvetleri toplamasına da imkân tanıyordu. Moğollar, Rus topraklarında kaldıkları sürece ülkede sürekli kıyıma, esir almaya ve bunları pazarlarda satmaya, arazileri tahrip etmeye devam ettiler. Bu yağmadan kurtulan ise sonsuz bir güvene mazhar olan Moskova Prensliği oldu. Böylece tam bir emniyet içinde yaşamak ve iş görmek isteyenler için Büyük Prense yani Moskova Prensliğine bağlanmak cazip bir atılım olarak ortaya çıktı.

 

Boyarlar da Prense yanaştılar ve hizmetine girdiler, bu şekilde refah ve otorite dolu bir gelecek kendilerini bekler oldu. Sadece Moğolların imtiyazı değildi, Moskova Prensliğini güç haline getiren. Moğol Hanlarının vergiden muaf tuttuğu ve koruduğu Ortodoks Kilisesinin Moskova Prensliğine olan desteği de, bir yüzyıl içinde Moskova’nın kesin zaferini ve prensliğin Rus Devletine dönüşmesini sağladı.

 

Moskova Prensliğinin önderliğinde diğer prensliklerin toprakları birleştirilirken, Moğol İmparatorluğu ise parçalanma sürecine girmişti. Nihayetinde, İvan Kalita’nın haleflerinin, özellikle 1480 yılında, Moğol hâkimiyetinin son bulduğunu resmen açıklayan III. İvan’ın Rusya’sı, gerçek bir milletlerarası güç oluyor ve toprakları ile nüfuz alanı hiç durmadan büyüyordu. Bir başka tabirle, sınır devletinden İmparatorluğa doğru süratle ilerliyordu.

 

Rusya, iki yüz elli yıl süren Moğol işgali sayesinde merkeziyetçi devlet olmayı ve siyasileşmeyi öğrenmişti. Bir anlamda, siyasi uygulama bakımından, Moğol kurumlarının hemen yeni devlete kaydığı görüldü. Tarihçilere göre Ruslar, Moğolların yardımı ile özgürlüğün şuuruna eriyordu.

 

Moğol İmparatorluğundan çıkmış olan Rus Devleti üç farklı siyasi geleneği bir araya getirerek süratle biçimlendi; Moskova derebeylik düzeni, Moğol diktatörlüğü ve Bizans’ın imparator- papalığı. Böylece olgunluğuna XVI. Yüzyılda erişen ve birçok unsuru 1917 devrimine kadar muhafaza edilen mutlakiyetçi düzen kurulmuş oldu.

 

Puşkin neden “Rusya Tamamlanmamıştır” diyordu?

 

Bu sorunun cevabını yine Rusya’nın tarihinde aramak gerekiyor. Rusya’nın devlet olarak meşru bir zemine oturması için en köklü çalışmayı “Korkunç” lakaplı IV. İvan başlatmıştır. Ona göre kalıcı bir devleti, doktrin ile donatmak gerekiyordu. Bu doktrinin temeli ise Moğollardan öğrendiği devlet terörü idi. Rusya’nın devlet olarak meşruiyetini sağlamak ve bir doktrin ile donatmak isteyen IV. İvan, atadan kalma düzenin işlevini yerine getirebilmesi için toplumun tam itaatini istiyordu. Bunu sağlamak ise iktidarına tehdit oluşturacak güç sahiplerini, yani Boyarları acımasızca ezmekten geçiyordu. İktidarını sağlamlaştıran Korkunç İvan’ın bundan sonra yaptığı en önemli hamle ise Batı dünyasına doğru köprü atmak olacaktı.

 

Bir yandan topraklarını genişleten, öte yandan iç sancılarından bir türlü kurtulamayan Rusya, Büyük Petro döneminde modernleşme hamlesini başlattı. Petro, Avrupa kurumlarını ülkesinde uygulamaya koyuldu. Halefleri de, her biri kendi tarzında olmak üzere, yapının yükselmesine katkıda bulundu.

 

İki yüz yıl devam eden bu çabalar, 1856 Kırım ve 1904 Japon mağlubiyetleriyle, üç beş yıl içinde yok olmaya yüz tutmuştu. 1914’deki Birinci Dünya Savaşında elde edilen kazanımlara rağmen, modernleşmiş Rusya çözülmüş, kurumları çökmüş, son derece ümit verici olan ekonomisi ilerlemesini durdurmuştu. Art arda gelen 1917 Şubat ve Ekim devrimleri, Romanov hanedanını ve Batılılaşmış Rusya’yı silip süpürmeden önce modernleşme çabaları işlevini tamamen kaybetmişti.

 

Fransız Devrimini ve Paris Komününü överek Rus toprağı üzerinde iktidarı ele geçiren Lenin, sahip olduğu toprağın ve halkların adını yok sayarak, yüklendiği siyasi projenin adını öne çıkarmıştı. Böylece sosyalizmin ve Sovyetlerin toprağında yerini alan Rusya, tartışılmaz bir biçimde tarih ile bağlarını koparmıştı. Lenin, imparatorluğun halklarını kendi kaderlerini istedikleri gibi belirlemeye davet ederek, onların bağımsızlık arzularını depreştirmişti. Çok kısa zamanda kırılan bağımsızlık hayalleri ile birlikte, sistemin koskoca bir yalan olduğu da ortaya çıkıyordu. Devrimler tarihinde ilk defa süreklilik ayrıcalığını talep eden bu “yalan” sistemin ömrü ancak yetmiş beş yıl sürecekti.

 

Yetmiş beş yılda, siyasi, ekonomik, kültürel ve toplumsal alanlarda insan hayatının tamamını kapsayan bu sistem, geçmişin bütün hafızasını, farklı bir evrene ait her türlü bilinci silmeye yetmişti. Hangi insan, kendisinden önceki iki neslin ve kendisinin tarihini bir anda silip atarken alt üst olmazdı?

 

1980’li yıllara gelindiğinde, nüfus artışı durmuş, halk fakirleşmiş, ülke geleceğinden umutlar kesilmeye başlamıştı. Rusya, kendi kurduğu sistemle adeta kendini sömürgeleştirmişti. 1917 yılından beri var olan siyasi sistem, dayandığı ideolojik inançları alt üst etmişti. Bütün dünyayı yutacak gözü ile bakılan ve aynı zamanda insan onuruna hiç de uymayan bu düzen, 12 Haziran 1991’de Boris Yeltsin’in seçilmesi ile kendini feshetme sürecine girmişti.

 

Artık resmi adı Rusya Federasyonu olmuş, özgürlükler ve kardeşlikler yalanı da bir mum gibi sönmüştü. Yıkılırken, birçok değerli parçasını de kaybetmişti. Bu kopan değerlerden en önemlisi hiç şüphesiz Ukrayna olmuştu. Oysa Rusya tarihi Kiev ile başlar deniliyordu. Halkların bağımsızlığı uğruna canını feda etmekten çekinmeyen Soljenitsin’in ağıtlar yaktığı Ukrayna, Rusya’nın sıcak denizlere açılan en önemli kapısı olan Kırım’ı da yedeğine alarak, kopup gitmişti.

 

Yani Rusya, yine tamamlanmamıştı.

Nurettin Şafak

nurettin.safak@edekitap.com

Nevşehir’in Kozaklı ilçesine bağlı Gerce köyünde doğdu. İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi'ni bitirdi. TRT’nin açtığı “Muhabirlik” sınavını kazanarak Televizyon Haberleri’nde göreve başladı. Yurt Haberleri Müdürlüğü, Yayın Denetleme Kurulu Üyeliği ve TRT Aşkabat Temsilciliği görevlerinde bulundu.

Okur Görüşlerine Açık Sayfa

Yorumlayınız