Preloader image
İÇİNDEKİLER

Türk Yazınının İlk Karakolluk Romanı Define

Mehmet Rauf
mehmet rauf

Türk Yazınının İlk Karakolluk Romanı Define

Türk yazınına roman, öykü, şiir ve tiyatro yapıtlarıyla katkıda bulunan Mehmet Rauf, 12 Ağustos 1875 – 23 Aralık 1931 yılları arasında yaşadı.

 

Girit’in Suda limanında demirli eğitim gemisinde, teğmen olarak Türk Ordusuna hizmet etmeye başlayan ve yıllar sonra kolağası rütbesindeyken orduyla ilişkisinin kesilmesine neden olan edebiyata ilgisi çocukluk çağında başladı.

 

Türk yazınında ilk tincil roman olarak kabul edilen Eylül (1899), yazarın da ilk yapıtıdır.

 

Sırasıyla, Ferdâ-yı Garâm (1913), Genç Kız Kalbi (1914), Karanfil ve Yasemin (1924), Böğürtlen (1926), Define (1927), Son Yıldız (1927), Cerîha (1927), Kan Damlası (1928), Halâs (1929) romanlarını yazan Mehmet Rauf, genellikle aşk temelli anlatımları önceler.

 

Mehmet Rauf, birbirinin devamı olarak yazdığı Define ve Kan Damlası adlı betiklerinde ise yine Türk yazınında ilk olduğu savlanan, karakolluk adıyla da bilinen polisiye öykü tarzını deneyimler.

 

 

DEFİNE'den

 

Fakat dün gece, siz gittikten sonra, ya birdenbire ölüverirsem de bu kitap bende kalırsa, diye bir kuruntu geldi. O zaman bakınız ne düşündüm, oğlum… Otuz bin altın, bugün, rahmetli beyin ettiği hesaba göre, aşağı yukarı iki yüz elli bin lira kadar tutuyor zannederim. Bu kitabı size versem… İstanbul’a gitseniz… Hadiye Hanımı arasanız, bulsanız. Onlar tabii sizin bu hizmetinize karşılık sizi ihya ederler. Bulamazsanız, ananızın ak sütü gibi bu parayı siz kendiniz alırsınız.

 

Kadıncağız, teklifin fevkalâdeliğinden pırıl pırıl parlayan gözleriyle bana bakıyordu. Birdenbire kendimi bir başka dünyada zannettim. Hazineler bağışlayan sihirbaz kadınlardan birinin çukurunda mıydım? iki yüz elli bin lira… Rüya mıydı?

 

Acı bir şekilde tebessüm ettim:
– Bu paranın bu kadar seneden beri, zannederim on beş sene kadar bir zamandır, yerinde kaldığı farz edilse bile, nerede bulunduğunu keşfetmek mümkün olacak mı?

 

Dirseğinin üzerine dönerek:
– A oğlum, bu kitabın içinde yazılıymış ya, dedi.

 

Kitabı aldım. Bu Fuzulî’nin Divanı idi; 1286 Tasvir-i Efkâr Matbaası nüshası… Bu üç yüz elli sayfalık kitabın muntazam satırları arasında gözlerim gezdi, gezdi, aradım, taradım, göze görünür şüpheli ve anlamlı hiçbir şey bulamadım. Bu esnada içime, acaba Hacı Hanım benimle eğleniyor mu, diye acı bir şüphe geldi. Fakat kadın, hastalığının ağır saatlerindeydi. Benimle eğlenmesi için bir sebep yoktu…

 

Ben kitabı karıştırırken o söyleniyordu:
– Paşa kitabı bana verirken “Paranın saklı olduğu yer kitabın içinde yazılıdır, dikkatle karıştırınca elbette meydana çıkar.” dedi. Kitabı siz alınız ve birkaç gün dikkatle okuyunuz, elbette bir şeyler bulacaksınız. Eğer teklifimi kabul etmezseniz yine siz bilirsiniz… Fakat bu paranın çokluğu zannederim sizi biraz harekete getirir ve getirmelidir, oğlum…

 

Evet Hacı Hanım, iki yüz elli bin lira beni harekete getirmeliydi ve nitekim getirdi de.

 

İşte, hastanın yanından çıktım ve değerli Fuzulî Divanı koltuğumda, evime geldim. Bir saat kadar sayfaları evirdim, çevirdim, defineye ait hiçbir işarete rastlamadım. Zannederim, sayfaları birer birer dikkatle incelemek gerekecek. Bunu yarına bırakarak bu gece hayatımda vuku bulan bu fevkalade olayı şu deftere yazdım:

 

Niyet ettim… Yatacağım ve uyumak mümkün olursa uyuyacağım. Aman ya Rabbi, iki yüz elli bin lira… Elimin altında, bu kitapta iki yüz elli bin lira var! Fakat acaba mümkün olup bunu meydana çıkarabilecek miyim? İki yüz elli bin lira!.. Sen aklımı koru Allah’ım!..

EDE YAYIMCILIK

bilgi@edekitap.com

Bizler hikaye anlatıcılarıyız. Bu bizim genlerimizde var. Görkemli öykü anlatımı ilgi çeker, yaşam tarzlarını tanıtır ve ortak ruh yaratır. Binlerce yıldır birike gelen öykülerimizi, yaygın iletişim alanları için yeniden tasarlarız. Özüne uygun geliştirir, etkileyenleri göz önünde bulundurarak güncelleriz. Biz, EDE’yiz. Değer üretiriz.

Okur Görüşlerine Açık Sayfa

Yorumlayınız