Preloader image
İÇİNDEKİLER

Keşanlı Ali Destanı

Haldun Taner
KEŞANLI ALİ DESTANI

Keşanlı Ali Destanı

Türk tiyatrosuna kazandırdığı birbirinden değerli yapıtların başında geleni ya da Haldun Taner adıyla anılanı Keşanlı Ali Destanı dense yeridir. Haldun Taner’in yalnızca Keşanlı Ali Destanı yazarı olmaktan ibaret bir kişi olmadığını, sanatsı baylığı yüksek bir Türk aydını olduğunu, Türk yazınının yetkin adlarından öğrencisi Zeki Gürel’in, 1991 yılındaki inceleme yazısından aktarıyoruz:

 

“Keşanlı Ali Destanı, Haldun Taner’in meşhur olmuş tiyatro eserlerinden biridir. Bu eser, Türkiye’de 1425 kere oynanmış, yurt dışında ise Bonn, Stuttgart, Nürnberg, Hamburg, Berlin, Londra, Beyrut, Peşte ve Çekoslavakya‘da temsil edilmiştir.

 

Hadun Taner, 1915’de İstanbul’da doğdu. 1935’de Galatasaray Lisesini bitirdikten sonra devlet bursuyla Almanya’ya Heidelberg Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesine ögrenim için gönderildi. 1950’de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Alman Dili ve Edebiyatı bölümünil bitirdi ve sanat tarihi asistanı oldu (1950-1954).

 

Viyana’ya giderek Max Reinhardt Tiyatro Enstitüsü’nde ögrenim gördü. 1957 yılında İstanbul’a dönerek Gazetecilik Enstitüsü’nde edebiyat ve sanat tarihi, Dil ve Tarih Cografya Fakültesi’nde ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde tiyatro dersleri verdi.

 

“Şişhane’ye Yağmur Yağıyordu” hikayesi ile New York Herald Gazetesi’nin 1953 yılında düzenlediği milletler arası yarışmada Türkiye birincisi seçildi. On ikiye Bir Var adlı kitabı 1955 yılında Sait Faik Hikaye Armağanı’nı kazandı. Varlık Dergisi’nin soruşturması sonucunda 1956 yılının en beğenilen hikayecisi seçildi. Sersem Kocanın Kurnaz Karısı piyesi Türk Dil Kurumu’nun 1971 yılı Tiyatro ödülünü aldı. 1986’da öldü.

 

Bizim insanımız, Haldun Taner’i bir hikayeci veya bir hoca olarak degil de genellikle tiyatrocu olarak tanır; özellikle de “Keşanlı Ali Destanı” adlı piyesiyle hatırlar.

 

Haldun Taner, tiyatro yazarlığını anlatırken: “Tiyatroda, bizim geleneksel tiyatro- muzdan hareket eden ve çağın içeriğine uygun bir epik. tiyatro üslubuna varmaya çalıştım” diyor…

 

Keşanlı Ali Destanı’nı okuyanlar veya seyredenler, onun bir komedi olduğunu zannedebilirler. Halbuki bu piyes, komik unsurları ihtiva ettigi halde komedi degildir diyebiliriz. Çünkü, komedi; karekteristik özellikleri, insanların zayıf yönleriyle verirken, insanların aciz taraflarını tipleştirir ve bir karakterin ekseriya bir özelligini alır ve işler; Moliere’nin Cimri’si gibi. Onun için, Keşanlı Ali Destanı baştan sona kadar bir komedi degildir diyoruz.

 

1960 yıllarının Türkiyesinde Keşanlı Ali Destanı adlı bu müzikli oyun, yurdumuzda epik tiyatronun öncüsü olmuştur…

 

Dilindeki esneklik ve kıvraklık, kara mizah, espiri anlayışı, hicvi ve taşlamadaki ustalığı okuyucuyu ve seyirciyi esere bağlayan yönler olarak dikkatimizi çekiyor. Ayrıca, sağlam karakter portreleri, portrelerin boyutları belirli duruma getirilerek çizilyor.

 

Temasını “bir efsanenin balonunun delinmesi” şeklinde özetleyebileceğimiz Keşanlı Ali Destanı’nın ana fikrini de -yazarın ifadesine uyarak- biz yaratır, biz taparız; ne çekersek ondan çekeriz, cümlesiyle ifade edebiliriz.

 

Oyun, gecekondulular ile şehirlilerin iki ayrı dünyası arasında geçiyor. Yazar iki antogonist dünyayı parodi ve satır sınırlarına vardırıp ne yapacağını çok iyi bilen ustalıklı bir güçle karşılaştırıyor.

 

Yalan bir efsanenin üstüne konan Keşanlı Ali, sonunda mecburi olarak bu efsaneyi gerçekleştirirken, kapılandığı büyük kentin kofluğunu anlayan ve orda iğreti bir kukla olmaktansa basit ama gerçek benliğine dönmeyi yeğleyen Zilha, çok daha olgun bir oluşum geçiriyor.

 

Haldun Taner’in diğer piyeslerinde de olduğu gibi, bu oyunda da şahıslar, kendi kişisel değerlerinden daha üst bir yere geçmek istiyorlar; bu da onları zaman zaman donkişotlaştırıyor. Yazar, bu tavrıyla herşeyi hafife almış gibi görünüyor, fakat son derece ciddi sosyal tenkitler yapıyor. Zaten Donkişot, insanlığın, en zavallı, en zayıf, en gülünç ve en kabadayı (!) yönlerini yansıtmaz mı?…

Yazının tamamı: Zeki Gürel  (Hacettepe Üniversitesi Eğıtım Fakültesi Dergisi 1991/ Sayı: 6/ 307-3233)

 

KEŞANLI ALİ DESTANI'ndan

 

Tablo: XIV
Projeksiyon:
Mutlu Sonu Engelleyen Devedikeni Manyak Cafer Sahnede. Veyahut Yalan İken Doğru Olan Efsane.

 

CAFER: Ne zannettin ya! Herkes konuştu. Şimdi sıra Devedikeni’nde

(Seyircilere) Ali ile küçük bir hesabımız olacak. . . (Ağaçlara doğru yürür. )

ŞERiF: Geç önüne Derviş Efendi. Koyverme. ·

DERVİŞ: (Cafer’in silaha davranması üzerine) Görmüyor musun yüklü herif. . .

NURi Bulut abi… Filispit.

CAFER: Hayyyt, hana derler Manyak Cafer Nerde o Ali denen ipi kırık kerkenez?..

(Kahvenin oda bölümü aydınlanır. Ali irllilmişlir. Zilha onu sımsıkı tutar.)

CAFER: Ulan ıspanak, az bana bak. Duydum ki gerdeğe giriyormuş­sun bu akşam. Bülent Bey kullanacağı kadar kullandı, artığı da sana mı kaldı?
(Sipsi hemen karanlıkta belirir. Manyak’ın yanına seğirtir.)

ALİ: Sana hakaret ediyor.

ZİLHA: Boş ver. Gurbanın olayım.

CAFER Dört patlarlı dizel motörü gibi karı. Neme lazım. Gel bir yol Zilha bacı. Herkese şapur şapur da bize yarabbi şükür mü? Çık ulan katır tohumu. Ana avrat asfaltta koşuyorum, bana mısın demiyor. Hala zifaf uykusunda mısın itin dölü?

ZİLHA: (Kibar edası ile adeta tiksinerek) Çekil git ordan pis sarhoş. Biz senin küffün müyüz? Terbiyesiz görgüsüz adam.

CAFER: Ağzını yesinler senin. Sizin memlekette erkekler saklanır da karılar mı dalaşır? Çık ulan veledi zina! Benim cinayetimin üstüne oturup dünyayı sindirmişsin. Gel bakalım, çık ortaya da Çamur’u kim öldürmüş millet öğrensin.
(Kondulular toplanmaya başlamışlardır.)

CAFER: Anasına sövdük çıkmadı. Nişanlısına döşendik tınmadı. Can kurban böyle efeye be. Ulan ipi kırık, kabız mı oldun kor­kudan, niye çıkmıyorsun? (Havaya bir el ateş eder.) Çık ulan er­keksen…
(Şişeyi diker, yerden bir paçavra alır, benzine bular, kibrit­ le yakar. Kulübelerden birine doğru atar. Sipsi de onu taklit eder.)
Bak kondularını yakıyorum. Sahap ol tabana. Erkeksen çık da kurtar! (Alevler büyür.)

LUTFİYE: Sahiden yakıyor. Damımızı yakıyor. Ali nerdesin?

TEMEL: Ali Abi, Ali Abi…

HAFİZE: Bu uğursuzun ağzını kapamayacak mısın?

ALİ: (Zilha’ya) Tabarn beni bekliyor. Durmak olmaz Zilhacığım.

ZİLHA: Boş ver tabana, korkmuyaor musun?

ALİ: Korkmasına korkuyorum. Ama neylersin ki ortada destan var. Destanı yalan komak olmaz.

ZİLHA: Havva, Adem’e ne şart goşmuş: Ya ben ya cennet demiş. Ben de sana şart goşuyorum Ali. Ya ben ya destan.

ALİ : Maalesef mümkünsüz Zilha. Kaderim beni çağırıyor. (Mehabet­le kalkar.) İnsanlar ölür, destanlar kalır. Ben gidiyorum.

ZİLHA: Gitme Ali, dur Ali. . .

ALİ: (Kapının önüne çıkar.) Sinekli’ye canım feda. Kaderimiz böyle yazılmış, ne denir…

KORO: Aslan Ali, koç yiğit Ali…

ALİ: (Arkaya dönüp Zilha’ya) Yaşasın Sineklidağ. Son sözü bu oldu dersin. Tarihe böyle geçsin.

(Ali alevlerin kızıl fonu önünde bir siluet halinde Cafer’e doğ­ ru yürümeye başlar. Fakat onun her ateş edişinde sarsılıp korkar. Damağını bastırır. Yine ilerler. Halkta hayranlık te­zahürü. Tremolo. Cafer tezahürattan şaşırmıştır. İki elinde iki tabanca, gelişigüzel ateş etmektedir.)

CAFER: Vasiyetini yaz hayvan. Cehennemde noter bulamazsın…

HİDAYET: Ona kurşun işler mi aval! Şaşkın işte.

NURi: Tanrı kimseyi şaşırtmasın.

DERVİŞ: Eceline susamış, ötesi yok. Zavallı, demek ömrü on eylüle kadarmış. .i

TEMEL: Kelimeyi şahadet getir Manyak Cehennemi imansız boy­luyorsun . . .
(Ali ilerler, kurşunlardan biri Ali’yi bacağından yaralamıştır. Ayağını tutar.)

LUTFİYE: Vuruldu.

SİPSİ: Şerbet ne oldu?

NURi: O şerbetsiz ayağı aval.

DERVİŞ: Bak işte gidiyor üstüne.
(Ali yaklaşınca Cafer’in üzerine atlar. Cafer’in silahlı elini yakalar. İndirir. Boğuşma. Kalabalık onları çevreler. Bir el boğuk tabanca sesi. Cafer yere yıkılır. Ali üstünü başını silkeler. Polis düdükleri. Yangın arabalarının sireni. Şişman polis, Ali’nin eline kelepçeyi geçirir…)

 

KEŞANLI ALİ DESTANI

KORO:

Of, off…
Sinekli’de durulmuyor yastan

Sağından vuruldun, soluna yaslan

Hey Ali, koç Ali, babamız Ali

Analar doğurmaz böyle bir aslan
Morgol gömlek giyerdi

Gümüş köstek takardı

Hafif şehla bakardı

Yaktı mı kalpten yakardı
Kaşta bıçak yarası

Yüzde Halep çıbanı

Kurşun yemiş ayağı

Belli belirsiz aksardı
Konduları yıkılımaktan korudu

Su getirdi, alantrik kodurdu
Yol yaptırdı, dokuz çeşme açtırdı

Ele güne bizi adam saydırdı

O olmasa şimdi bizler neredeydik

Sokaktaydık ya da viranedeydik

Kızlarımız piyasaya düşmüştü

Biz kodeste ya da meyhanedeydik

Küçükleri severdi Büyükleri sayardı

Bir bayramdan bayrama

Namaz da bilem kılardı

Bıçağa hiç dönmezdi

Perva nedir bilmezdi

Açık tetik mi gördü

Üstüne üstüne giderdi

Beyler tuzağından kurtulamadı

Lüveri çalındı toplayamadı

Zilha’yı doyarak koklayamadı

Namertçe vuruldu koç yiğit Ali

(Koro bunları okur, polisler Ali’yi götürürken, sahne alınlığın­ daki Ali’nin prologdaki dosya resmi akseder. ŞerifAbla sahne önüne ilerler. Kıssadan hisseyi söyler.)

 

KISSADAN HiSSE
Sayın baylar bayanlar

Bizi seven ihvanlar

Burada biter kıssamız

Gördünüz işittiniz
Böyle işte çoğu destan

Destan işin afyonu

Kaldırdı mı altından

Ali Cengiz oyunu
Biz yutanz cahiliz

Yumruk kadar kafamız

Ama sizler okumuş

Gözlük bilem takınmış

Aydın kişilersiniz
Siz bunu yemezsiniz
Kaldırın örtüleri

Üfürün şu tülleri
Arayın bulursunuz

Kazıyın görürsünüz

Yanlış mı öyle değil mi

Neden sus pus oldunuz
Yoksa sen de bizeilen

Saf mısın ey ehali

Bizim kadar kolayca

Kanar mısın ehali

SON

İlgili :

EDE YAYIMCILIK

bilgi@edekitap.com

Bizler hikaye anlatıcılarıyız. Bu bizim genlerimizde var. Görkemli öykü anlatımı ilgi çeker, yaşam tarzlarını tanıtır ve ortak ruh yaratır. Binlerce yıldır birike gelen öykülerimizi, yaygın iletişim alanları için yeniden tasarlarız. Özüne uygun geliştirir, etkileyenleri göz önünde bulundurarak güncelleriz. Biz, EDE’yiz. Değer üretiriz.

Okur Görüşlerine Açık Sayfa

Yorumlayınız