Mezarından Kalkan Şehit
Hüseyin Rahmi Gürpınar, bilinen kırk bir romanıyla Türk yazınında kendine özgü biçem oluşturma başarısı gösteren Türk öykücüsüdür. Yapıtlarında, söyleyeceği hemen her sözü yarattığı kişilere söyleten yazarın, konuşma ağırlıklı öykülerinin vaz geçilmez özelliği, tüm olayların gülünç yanıyla aktarılmasıdır.
Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın “en sevdiğim romanım” dediği Mezarından Kalkan Şehit, İlk kez 1929 yılında Marifet Matbaasında basılmıştı.
Roman, materyalist bir gencin şehir efsaneleriyle mücadelesini anlatır. İstanbul’un gündelik hayatından, siyasi tartışmalarından sıkılan Şevki, eski bir dostunun Kartal’daki kır evine misafir gider. Buradaki insanların cinli köşk olarak andığı yerin sırrını çözmeye niyetlenir. Anlatılanlara göre, Sarıkamış Harekâtı’nda şehit düşen evin büyük oğlu, cuma geceleri torununu kaybetmenin üzüntüsüyle aklını yitirmiş olan büyükanneyi cinli köşkte ziyaret etmektedir. Üstelik bu ziyaretin başka şahitleri de vardır. Bu türden olaylara inanmayan Şevki, bu hikâyenin aslını öğrenmek için araştırmalara başlar, sonrasında ise köşkün genç hanımına âşık olur ve bu hanımla evlenir. (Arka Kapak Yazısı)
İstanbul doğumlu Hüseyin Rahmi Gürpınar, 1864 – 1944 yılları arasında geçen ömründe, yazdığı tüm yapıtlarının konularını da İstanbul yaşamı içerisinden seçmiştir.
MEZARINDAN KALKAN ŞEHİT'den...
Şevket’ten ayrıldığımızın üçüncü gecesiydi. Ölü açı teşkil eden bir tepenin arkasına bir yaralı çadırı kurdular. Oradayım. İçimizde ağır mecruhlar var. İnliyorlar. Konağımız bir orman eteği. Şimal rüzgârının hırçınlığından biraz mahfuzuz. Ormanın ileri kısmında fırtınanın şiddetinden her bir ağaç âdeta canlı bir mahluk gibi ıslık öttürüyor.
Çadırda döşeğe benzer bir şey yok. Altımızda, üstümüzde kaput, yağmurluk, aba, kebe… Islak bir toprakta yatıyoruz. Vakit gece yarısını biraz geçiyor. Yaralılardan birinin delik deşik vücudundan ruhu pervaz etti. Ötekiler de her nefeslerini ıstıraplarla alıp veriyorlar. “Aman! Of! Ah anacığım!” iniltileri bu bezden hastanenin havasını matemle dolduruyor. Azrail, o gece bizim misafirimiz…
Ölümle kucak kucağa gibiyiz…
Yerimden kalktım. Su ısıtmak ihtiyacındayım. Çadırdan dışarı çıktım. Akşamdan askere toplatmış olduğum kuru dalları, çalı çırpıyı tutuşturdum. Demirbaş eşya olarak bir teneke ibriğimiz var. İçine kar doldurdum. İki taşla yaptığım ocağın üzerine koyup ısıtacağım. Rüzgâr birdenbire inledi, sustu. Ben de topuklarıma kadar ani bir raşe geçirdim ortada benden, çadırdan başka bir cisim yokken yanı başımda bir gölge oynadı. Bir de baktım ki a… Şevket boylu boyunca karşımda duruyor. Şimdi çıtırdayarak yanan kuru dalların kızıl ışığı içinde onu iyice seçtim. Yüzü çok solgundu. Hazin bir tebessümle bakarak en tatlı sesiyle:
— Ben şehit oldum. Büyükannem beni çağırdı. Görüştüm, geldim. Mukabelemizi unutmadın ya bundan sonra o zavallı kadını sen göreceksin fakat dirilere mahsus bir ziyaret şeklinde değil. Allah, cisimlerimizi eş yaratmış, ruhumu da sana iare ediyorum. Bundan sonra sende yaşayacağım. Büyükanneme bazı geceler benim kalıbımla, benim ruhumla tamamıyla Şevket olarak sırren gözükeceksin, benim mezarımdan kalktığıma hüküm ettirteceksin. Süleyman Çavuş’tan emanetleri al. Aileme teslim et. Kanlı fanilamı ziyaret gecelerinde yanında bulundur. Onu gömeceğin mezardan Panter gelip çıkaracaktır.
Aman ya Rabbi neler görüyor, neler duyuyorum… Hemen atıldım, Şevket’in iki elinden yakaladım. Cildi buz gibiydi. Ölen ben miyim, Şevket mi? Şehitlerin basübadelmevt hâlinde miyim? Bir diri, ölü ile görüşebilir mi?
O, gözlerimin önünden bir sinema hayaleti gibi eriyerek kayboldu. Bir de baktım ki iki elimle sımsıkı teneke ibriği tutuyorum. Avuçlarıma soğukluk ondan geliyor. Bu, hakiki bir rüyet midir? Yoksa rüya mı gördüm? Ne vakit uyuyup uyandım?
*
İki gün geçti. İleriki hatlarla muhabere teessüs ettikten sonra, Şevket’in bana göründüğü gece ve hemen o saatte şehit düştüğünü öğrendim. Bir şarapnel parçasıyla boynundan yaralanmış.
Bir saat kadar yaşamış. Üzerindeki paralarını, vesaireyi Süleyman Çavuş’a vermiş ve arkasındaki kanlı fanilanın da soyularak hepsinin bana teslimini vasiyet etmiş. Paraları, saat kordonu, hatıra defterini vesaireyi bi’l-vasıta size gönderdim. Fakat şehadetten sonra bir hayal şeklinde bana göründüğü gece, kanlı fanila hakkındaki şifahi vasiyetinden vazıh bir meal çıkaramadığım için onu nezdimde hıfzettim.
*
Ben, her işittiğine inanır, efsaneperest, zihni mihenksiz, tahsilsiz bir genç değilim. Bu bir mucize midir? Harika mıdır? Böyle hadiselere fevkattabii deniyor. Yanlış tabir… Çünkü tabiatın altı üstü yoktur. Onun her tarafı bizim için meçhullerle doludur.
Okur Görüşlerine Açık Sayfa