Ben o zaman çocuktum, insanları yaşlarına göre hep babalarım, analarım, kardeşlerim sayardım. Kendi mi de dünyada bir sığıntı, bir çile çekici değil, beklenen bir konuk, dünyayı da Cennet sanırdım.
Meğer herif her yıl oraya gider ve boğulacak olan kuşlara gönlünü, kurtarıcı tünek edermiş. Pertavsızın ışığı bir noktada toplaması gibi, Ahmet de görmüş olduğu güzellikleri iç edip, kuşların imdadına koşuyordu…
Cevat Şakir Kabaağaçlı, günce 13 Ekim 1973, Cumartesiyi gösterirken, Türk yazınına yirmiye yakın deneme, öykü ve roman betiği kalıt bırakarak, daha da önemlisi okuyan yüreklerde iz bırakarak sonsuzluk acununa yelken açmış.
Bir insan yurdunu, yurdunun insanını, toprağını, dağını taşını, ağacını, tohumunu, çiçeğini, denizini, adasını, güneşini, bulutunu ne kadar sevebilir, sorusunun cevabını bulmak için okunmalı.
Osmanlı Sarayının kimileyin sahiplendiği, kimileyin başınızın çaresine bakın diyerek görmezden geldiği bir avuç Türk’ün kurduğu “Garp Ocakları”, Akdeniz’i, nasıl “Türk Gölü” adıyla anılır kıldının öyküsü, Turgut Reis.