Title Image

Hakka Sığındık

Hüseyin Rahmi Gürpınar

Hakka Sığındık

İstanbul doğumlu Hüseyin Rahmi Gürpınar, 1864 – 1944 yıllarıa arasında geçen ömründe, yazdığı tüm yapıtlarının konularını da İstanbul yaşamı içerisinden seçmiştir.

HAKKA SIĞINDIK'dan...

Huriye kumral saçları, iri tahrilli ela gözleriyle maddi manevi o pislik, o bayağılık içinde yine güzeldi. O anda insanlığım bana:

— Bu iki sefil yavruyu kurtar! hitabıyla bağırıyordu.

Evet, ilk yapılacak şey buydu. Ötesi sonra düşünülecekti. Babalık amiriyetiyle kızlara bağırdım:

— Haydi bakalım, önüme düşünüz!

 

Hiç ses çıkarmadılar. Derhâl emrime itaat ettiler. Birkaç zamandır ülfet etmiş oldukları o sefil yaşamın çekilmez mihnetleri, mahrumiyetleri, ıstırapları yanında belki kendilerine hoş gelen zevkleri de vardı. Böyle sokaklarda sefil, zelil fakat hür bir hayata alışmış, o serseriliğin tadını tatmış çocukları hanelere alıp da muntazam maişet ve terbiye boyunduruğu altına sokunca memnun olmazlar. Kapısını aralık bulunca kafeslerinden kaçan kuşlar gibi ilk fırsatta firara kadem basarlar…

 

Onları önüme kattım. Semte doğru gidiyorduk. Yürürken derin bir düşünceye daldım. Başıma pek büyük bir dert aldığımı anlıyordum. Sokağın ve aşağı tabakanın her türlü pislik çirkefiyle kirlenmiş, aşılanmış bu iki musabı, deşilmiş bu iki ufuneti evime götürüyordum. Onları harimime sokacaktım. Yaşça hemen onlara yakın nur gibi pak iki masum evladım vardı. Ben haneme kolera, veba ve belki daha müthiş bir şey sokacaktım. Zihnime fenalık geldi. Sokak ortasında durdum. Onlar da durdular. Dimağımı saran dehşetli endişelerden bihaber, mahzun, şaşkın, yüzüme bakışıyorlardı. Çehrelerinde öyle bir masumiyet, nazarlarında ana baba himayesine öyle hazin bir ihtiyaç meali vardı ki bir türlü:

— Haydi çocuklar, nasibin sizi atmış olduğu kârize dönünüz. Pişman oldum. Sizi himaye edemeyeceğim, diyemedim. Tekrar:

— Yürüyünüz… emrini verdim.

 

Yolumuza devam ettik. Eve geldik. Refikama vakayı tekmil fecaatiyle anlattım. Çehresi fena çatıldı. Lakin o da bu bahtsız, bu masum bikesleri kollarından tutup sokağa atamadı. Karı koca bizim yüreklerimiz böyle bir muameleye mütehammil değildi. Bu hayrın sonundan ne felaket çıkarsa çıksın vazife-i insaniyyemizi nihayete kadar ifaya karar verdik. Bizim çocuklar Vefa ile Melek mektepten geldiler. Safer Efendi zadeleri, bu eski arkadaşlarını o mundar hâlde görünce şaşırdılar. Fakat yine feveranla boyunlarına atılmak istediler. Menettik. Çünkü ötekiler bitli ve uyuzdular. O zavallılarda maddi manevi sari her şey vardı. Onlar da temizlenip tamamıyla paklanıncaya kadar öyle taşkın meveddet der-aguşlarına müsaade etmedik.

 

Zevcem onları çabuk yıkayıp pakladı ve tedavi etti. İkisini de bizimkilerle beraber mektebe verdik. Refikamın en derin endişesi, Huriye’deki sukut-ı ahlakinin cismen ve zihnen olan derecesini anlamak ve bu kanser üzerinde devamlı bir kal’ ameliyesi yapmaktı. Kızcağızı ebeye, tabibe gösterdik. Maalesef, cebir görmüş, bekâreti kalmamış ve hatta uzunca bir istimalden bazı sızıntılar, iltihaplar, taharrüşlerle malul kalmış olduğunu anladık. Bu nabaliğ masumcağızın hun-ı iffetini kimden dava edecektik? Talihsiz kız heyet-i içtimaiyyemiz içinde kadınlık şerefinin mühr-i iftihar ve tasdikinden mahrumiyetin kendisi için ne büyük bir felaket olduğunu bilmiyordu.

 

Zevcem onu ufak ufak isticvaplarla, itiraflara davetle şu hakikatlere ermiş:

 

Karlı, soğuk, uzun kış gecelerinde gökyüzü tavanından başka sığınacak meskenleri, memenleri olmayan irili ufaklı, baliğ, nabaliğ sefil çocuklar cami avlularında kuytu yerler, viranelerde rüzgârlardan mahfuz duvar dipleri, köşeler, baca içleri, mahzenler intihabıyla topladıkları tahta ve kâğıt parçalarından ateş yakarak etrafına dizilip ısınırlar ve sonra o hararetin kenarında yorgansız, yastıksız, nemli topraklara uzanıp uyurlarmış. Ateş sönüp gecenin ayazı artınca ısınmak için birbirlerine sarılmak ihtiyacını duyarlar ve bu sıkı der-aguş anında hariçte sönen ateş kalplerinde parlayarak kızlar, oğlanlara metres olurlarmış. Ana baba muhabbet sıcaklığından mahrum bu sefil sokak evlatlarının başka bir kalpte melce aramaları ve o nim-üryan erkek, dişi vücutların birbirine şiddetle temaslarından hissiyat-ı cinsiyyenin erken uyanması tabii değil mi?

EDE YAYIMCILIK

bilgi@edekitap.com

Bizler öykü anlatıcılarıyız. Bu bizim genlerimizde var. Öyküleme ilgi çeker, yaşam biçimlerini tanıtır; okuyanda, dinleyende görkemli ortak tin yaratır. Binlerce yıldır biriken öykülerimizi, yaygın iletişim alanları için yeniden tasarlarız. Özüne uygun geliştirir, etkileyenleri göz önünde bulundurarak güncelleriz. Biz, EDE’yiz. Değer üretiriz.

Okur Görüşlerine Açık Sayfa

Yorumlayınız