Preloader image
Title Image

Gültekin

Abdullah Ziya Kozanoğlu
abdullah ziya kozanoğlu

Gültekin

Türklerin geçmişini anımsatan yapıtlarıyla bilinen Abdullah Ziya Kozanoğlu, 1927 yılında yazdığı ilk öyküsü “Kızıl Tuğ” ile 1965 yılına basılan son öyküsü “Kubilay Han’ın Gelini” arasında kırk dolayında betik yazdı. Öykülerinin hemen hepsi çizgi roman olarak yayınlandı; bir çoğu da sinemaya uyarlandı.

 

Osmanlının son dönemlerinde, neredeyse bir kaç asır geriye itilen, yok sayılan, zaman zaman aşağılanan Türkler ve Türk ekinini, Cumhuriyet’le birlikte, yeniden yaraştığı düzleme taşıma çabasındaki aydınlardan Abdullah Ziya Kozanoğlu, Göktürkler döneminin kimi önemli olayları, kişileri üzerinden öykülediği Gültekin’i, 1936 yılında çıkardı. İlk tarihi macera roman, ilk çizgi roman, ilk sinema uyarlaması gibi Türk yazınında yenilikçi yanıyla, ilkleriyle anılan üretken yazar Abdullah Ziya Kozanoğlu, betiğin girişinde Gültekin’ı şu sözleriyle tanıtmış:

 

“Kitabımın adını koyarken çok düşündüm. Gültekin mi? Göltekin mi? Yoksa Kültegin mi yazmalıydım? Bunun her üçünü de söyleyenler ortaya bir şeyler koyuyorlar. Kitabım, Gültekin adının doğrusunu bulmak için yazılmadı. Ben bunlardan en çok söyleneni ele aldım. Amacım Türk çocuklarının kalbinde kendisine adımızı, dilimizi, bayrağımızı, varlığımızı borçlu olduğumuz bir Türk kahramanının hayalini canlandırmak, kendilerine güvenmelerini, atalarıyle övünmelerini, kendilerini başarıcı görmelerini sağlamaktır.”

GÜLTEKİN'den...

HAKAN’IN ÖLÜMÜ

 

Meço Han’ın son akıllı emri bu buyruk oldu. Bilge Tekin İsa’dan sonra 712 yılında Pasimilerin üzerine yürüdü, üst geldi. Çin üzerine yürüdü. Başbalık’ta altı cenk verdi, altısını da kazandı. Çinlilerin bu sırada başına geçen Yong-Tsung, Meço Han’a Çin’e hücum ettiği için artık prensesi vermeyeceğini, Cong-Tsung’un söz verdiği Kin Şan Prensesinin başkasına verildiğini bildirdi. Görmediği prensese âşık olan bunak Hakan sanki elinden karısı alınmış gibi serseme döndü. Oğlunu tekrar Siganfo’ya gönderdi. Yeni Hakan’a yalvarttı, yakarttı. Ağladı, sızladı. Nişanlısını istedi.

 

Bu sırada Gültekin’le kardeşi Karluklarla cenk ettiler; yenildiler. Tekrar Çin’e akın ettiler. Çin Başbuğu Çaça Seugu’nun seksen bin kişilik ordusunu darmadağan ettiler. Gültekin’in sevgili atı Başko ve daha üç at bu cenkte vuruldu. Gültekin’in cesareti, bilgisi Türk ordusunu kurtardı. Fakat Hakan’ın ahlâksızlığı, bir Çin prensesi için Vang’a yalvarması bütün Türk beylerini kendisinden soğutmuştu. Damadı Ven Kiyen Setayı, kabîleleriyle birlikte, Türk ülkesini bırakıp Çin’e sığındılar. Koralılar, Adizler Çinlilere boyun eğmeye mecbur kaldılar. Büyük Göktürk Hakanlığı parça parça oluyordu. Bütün bunlara rağmen, iki kardeş amcalarının yanından ayrılmıyorlardı. Bu çağda Tola nehri yakınlarında yerleşen Bayirkolar da baş kaldırdılar. Meço Han, artık yalnız kalmak üzere olduğunu anladığından büyük bir ordu topladı. Bayirkoların üzerine yürüdü. Kendisi eski bir komutandı. Fakat Gültekin’i de yanına istemişti.

 

– Bütün ulusum yavaş yavaş Çin’e sığınıyor; beni bırakıyor, dedi Bayirkolara bir ders vermek istiyorum, benimle gelir misin?

Önce de söylediğimiz gibi, Gültekin yurdunun, Türk ilinin iyiliğini kendi gönül oyunlarına kurban etmeyecek kadar temiz yürekli bir kahramandı. Bayirkoların başkaldırmasına amcasının kötü hülyalarının sebep olduğunu biliyordu. Fakat sesini çıkarmadı.

– Başım amcam Hakan’ın yolunda kurban olsun, kılıcım Hakan’a ve bayrağıma hizmet etmek için bekliyor! dedi.

 

Bu sözler bile Meço Han’ı yumuşatmadı. Gültekin’in kendisinin bir Çinli prensesi almasının önüne geçtiğini bir türlü unutamıyordu. Çin imparatorunun kızı vermemesine, Gültekin’in sert sözlerinin ve Ulufer’i göndermemesinin sebep olduğunu sanıyordu. Türki Toragun’da, Gültekin, amcasıyla birlikte Bayirkoların üzerine yüklendi. Gültekin’in girdiği bir cenkte Türk ordusu yağıdan yüz çevirmezdi. Onun atılışı, onun at sürüşü, onun kılıç çalışı düşmanı yıldırır, orduyu coştururdu. Türk cenkçileri Gültekin’in en önde cenk ettiğini görünce her zamanki gibi coştular. Bayirkoları çil yavrusu gibi dağıttılar.

 

Hakan, eline ne kadar Bayirkolu geçtiyse hepsini boğazlattı. Türk Hakan’ına yakışmayacak bir şekilde, “aman!” diyenlere bile göz açtırmadı, kafalarını ezdi. Bayirkoların dokuz oymağı hep birden yok olmuş, tuğlan yere uzatılmış, sancakları suya düşmüş, çadırları yıkılmıştı. Meço Han malları, hayvanları toplattı. Gültekin’i çağırdı. Yaptığı çengin şiddetinden, Gültekin’in yüzü ter ve tozla korkunç bir şekil almıştı. Elbiseleri parça parça, başı açık olduğu halde Hakan’ın yanına çıktı. Ayakta zor durabiliyordu. Hakan’ın önünde diziyle yeri dövmekten geri kalmadı. Hakan, kazandığı çengin büyüklüğünün verdiği sevinç içinde coşmuştu. Kendisine bu cengi Gültekin’in kazandırdığını, kanını dökerek kendisine hizmet ettiğini düşünmek bile istemiyordu. Yalnız:

– Sağ ol Gültekin! dedi. Sonra sözün arkasını getirdi:

– Ben ormandan gideceğim; sen malları, hayvanları al, yurda dön!

Gültekin dayanamadı:

– Hakan yalnız dönmesin. Kılıcımızla kendisini koruyalım! Birlikte gidelim, dedi.

Bu sözler koca Hakan’a ağır geldi. Gültekin’in bu cengi de kendi kılıcının zoruyla kazandığı, artık kendisinin kocadığını anlatmak istediğini sandı.

– Hakan’ın kimsenin kılıcına ihtiyacı yoktur. Ben ormandan gideceğim, sen dediklerimi yap! dedi.

Gültekin amcasına hiç bir sözün para etmediğini anlamıştı. Hakan artık ne yaparsa yeğeninin fedakârlığını, temizliğini görmeyecek kadar kocamış, kötülemişti. Boyun eğdi, çıktı.

 

O akşam, Meço Han, yanında dört şaklabanı olduğu halde, zafer sarhoşluğu içinde yalnız başına ormandan geçerek yurduna doğru gidiyordu. Sabahki kazandığı zafer başını döndürmüştü. Kendisini her şeyi yapabilecek kudrette zorlu bir kahraman sanıyordu. Şaklabanları Hakan’ı eğlendiriyor, bu yeni zafer üzerine Çin imparatorunun, prensesi artık yola çıkardığını anlatıyordu. Fakat orman içinde sabahki cenkten kaçıp saklanmış sekiz Bayirko vardı. Bunlar ağaçlar arasından kırbacıyle dalları kopartarak, kahkahalarla gülüp gelen Hakan’ı görünce sevinç ve şaşkınlıklarından donup kaldılar. Kendileri için öç alınacak çağ gelmişti. Hemen pusuya yattılar, oklarını gerdiler. Hakan tam kendi hizalarına gelince oklarını yolladılar. Yıllardan beri koca Türk ilini titreten Hakan:

– Aman! diye bağırabildi, elleri titredi. Ayakları gevşedi.

Atından aşağı tepesi üstü yuvarlandı. Hakan’ın vurulduğunu gören şaklabanları pusuya düşürüldüklerini anlayınca ters yüzüne dönüp kaçtılar. Bayirkolar Hakan’ın yere düştüğünü, arkadaşlarının da kaçtığını görünce korkacak bir şey kalmadığından, üzerine çullandılar. Ok Hakan’ın omzunu delmişti. Yarası ağır değildi. Fakat düşmanlar üzerine çıkıp da karnına diz basınca her şeyin bitmek üzere olduğunu anladı. Gözlerini açtı. Çok zayıf ve acıklı bir sesle:

– Bana kıymayın! Acıyın bana! diye ağladı.

Bu seste ne genç Meço Han’ın koca Çin’e meydan okuyan gür kahraman sesinin gücü, ne de dosta, düşmana diş gösteren kocamış Meço Han’ın sert, yırtıcı sesinin iradesi vardı. Bu seste ölen bir insanın, ölüm karşısında titreyen korkusundan izler vardı. Bayirkolu eski Hakan’a acımadı. Onun da bir saat önce kardeşlerini hiç acımadan kılıçtan geçirdiğini düşündü. Bıçağını çekti.

– Meço Han! dedi. Sen kana susamıştın! Sana şimdi kendi kanını bol bol içireceğim. Gör ki ölüm ne zorlu şeymiş! Hakan’ın kafasını geri çekti, bir bıçakta kopardı. Bu kopan kelle ile Birlikte Hakanlığı da parçalanmış oluyordu. Bir Çinli prensese kavuşmak için bir Çin imparatoru önünde eğilmek küçüklüğünü gösteren Hakan’ın başı birkaç sene önce kendisini Hakan tanıyanlar tarafından kesilmişti. Bayirkolar kesilmiş başı Çin Elçisi Hu-Ling Tsiyuen’e gönderdiler. O da yeni İmparator Yong Tsung’a gönderdi, büyük bir cenk kazancı gibi. Hakan’ın kesik başını Siganfo Sarayının kapısına çivilediler. Türk ulusu yeniden uçuruma doğru gidiyordu. Türk ulusu yeniden parçalanıyordu.
Gültekin amcasının başsız cesedini ormandan kaldırdı. Büyük bir törenle gömdürdü. Amcasının bütün kötü huylarını kocayınca meydana vurduğunu, gençliğinde Türk ulusu için çok çalışmış bir Türk büyüğü olduğunu unutmamıştı. O nankör değildi.

BiLGE – HAN

 

Bilge Tekin, Meço Han ölür ölmez, eski Hakan’ın kötülüklerinden yılarak parçalanmak üzere olan Göktürk Hakanlığını yeniden kurmak gibi çok büyük ve zor bir görevle karşılaştı. Babalan Kutlu Han’dan, Göktürk Hanlığının kendilerine kalması lâzım gelirken, o zaman çok küçük olduklarından, Gül ve Bilge Tekinler amcalarının Hakan olmasını doğru bulmuşlardı.Fakat şimdi büyümüşlerdi. Hakanlığı onlar istiyorlardı. Meço Han’ın oğlu Tosi ise, babası sağ iken Küçük Han diye anılmış olduğundan, Hakanlık tacının kendisine lâyık olduğunu sanıyordu.

 

İlk çarpışmada birlikte çalışan Gültekin ile Bilge Tekin, Meço Han’ın oğlu Tosi’nin ordusunu ve kendisini yokettiler. Türk ulusu parçalanmaktan kurtulmak için zorlu bir Hakan bulmak lâzımdı. Bilge Tekin, kardeşi Gültekin’in, küçük yaştan beri gösterdiği kahramanlıklara bakarak onun Hakan olmasını, Tosi’yi öldürenin de Gültekin bulunduğuna göre hakanlığın da onun hakkı bulunduğunu ileri sürüyordu. Kahraman Gültekin ise, tarihin daha eşini yapraklarına geçirmediği temiz yürekli bir erkekti. O da hakanlığı ancak kardeşinin kurtarabileceğini sanıyor, kendi yerine Bilge Tekin’in Hakan olmasını istiyordu. Ben kavgacıyım, kırgız ruhluyum, o Hakan ruhlu idarecidir diyordu. İki kardeşin bu hakanlığı diğerine vermek istemek şeklindeki fedakârlık yarışı çok uzun sürdü.

 

Türk Hakanlığının senelerce boş kalması doğru değildi. Sonunda Gültekin sözünde üst geldi. Bilge Tekin, “Bilge Hakan” adiyle Türk Hakan’ı oldu. Bilge Han Orhun nehri kenarında Koşuçaydam’da bir bark, büyük bir anıt yapmıştır. Sarı kâğıt yapraklan üzerinde saydığım Gültekin’in kahramanlıkları burada taşlar üstünde de yazılıdır. Oradan alıp romanlaştırdım.

ORHUN BARKI YAZITLARI

 

Büyük Türk ulusu!.. Senin kanından gelmiş, senin adiyle övündüğün ve daha yıllarca da övünebileceğin Türk kahramanı Gültekin’in adını yaşlaştırmak için kardeşi, Orhun’da bir bark yaptı. Bunun üstüne taştan yapraklar kazdırdı. Burada Gültekin’in hayatı o kadar büyük sözler, coşkun satırlarla yazılmıştır ki, ben kalemimle bu  kahramanlık destanını küçültmekten korktum. Ey okuyucu! Seni Orhun barkının bulunduğu yere götüreyim, Gültekin’in heykelini gör, yazıları sen oku! İşte yazılar:

 

Oğuz beyleri! Türk ulusu, dinleyiniz!

Yukarıdan Tanrı ezmeden, aşağıdan yer çökmeden, ey Türk ulusu, ülkeni, yasalarını kim bozdu?

Türk ulusu tövbe et!

Baş eğerek yükselttiğin Hakan’ını güzel yurdunu aldattın.

Kötülüklerinle, fenalıklarınla, özgür yaşadığın güzel yurdu tutsaklar yurdu edip kirlettin.

Yabancı komşuların amaçlarına uşaklık ettin.

Kendi yurdundan kaçıp düşmanlarının yanma sığındın.

Türk ulusunu dağıtıp sürmek için mızraklar nereden, geldi? Onları getiren sen oldun.”

Ey ünlü Ötüken ormanının ulusu!

Çin’e kaçtınız!

Varanlarınız vardı, kalanlarınızı sığındığınız Çinliler öldürdü.

Kaçtığınız yerde sizi uşak yaptılar.

Kanınız su gibi aktı.

Kemikler dağ gibi yığıldı.

Bay oğlun kul oldu.

Temiz kızın gön oldu.

Korkaklığından, bilgisizliğinden amcam Hakan uçtu, gitti.

Artık adın değişti, Çince ad aldın.

Amcan Han ölünce Türk ulusu büsbütün parçalandı.

Akağım Kağan uçuruma uçtuk da inim Gültekin yedi yaşda geldi.

Amcamın oğlu Küçük Han bize başkaldırdı.

Tanrının yardımıyla Hakan oldum. Babam hanı, ulusunun adı, ünü bitmesin diye beni Hakan yaptı.

Ben yoksul, fakat ışığı yeri göğü  aydınlatan bir ulusa Hakan oldum.

Karnı aç, sırtı çıplak, dilini, yurdunu unutmuş yoksul ve dağınık, fakat ışığı gözler kamaştıran bir ulusa Hakan oldum.

Kardeşim Gültekin Hakanlığı istemedi.

Benimle sözleşti, babamızın, amcamızın üzerinde çalışmış oldukları büyük Türk ulusunun da adı, ünü yeryüzünden silinmesin diye gece uyumadık, gündüz oturmadık;

küçük kardeşim Gültekin, iki başbuğ ile birlikte, bitecek ayrılığı birleştirdik, gerek birbirlerine, gerek bana karşı ateşle su gibi olmalarının önüne geçtik.

Ulusa ıssı değil köle olduk.

Ayrılan Türk ulusunu bir ettik.

Ben Hakan olunca özge diyarlara, yabancı ellere gitmiş Türk ulusu, yalınayak, başıkabak, temiz dilini, bayrağını unutmuş, yoksul bir halde geri geldi.

Baş kaldıran kardeşlerimizin de, küçük kardeşim cihan kahramanı Gültekin ak azman atına binip üzerlerine vardı.

Hepsini Kızıl Tuğun altına topladı.

Ulusun yoksul düşmüşleri, Türk’ün kutlu ülkesi Ötüken’e döndüler.

Çıplak Türk ulusunu giydirdim, kandırılarak unuttuğu dilini öğrettim.

Karanlık Otüken’i şenlendirdim.

Çin gibi büyük şarlar, ordumuzun konduğu yerlerin çevresine kaleler yapmak istedim.

Buda ve Leo-tseu adlarına barklar yapmak istedim.

Fakat kayınbabam önüme geçti.

Tuk ulusu azlıktır, atı üzerinde gezmeye alışıktır, şarda otururlarsa, çokluk olan Çinlilerin saldırışına karşı koyamaz, yok olurlar, at üzerinde bulundukça kuvvetli iken Çin’e

akın ederler, kuvvetsiz iken geri çekilir, ele geçmezler. Yağ gibi kaygan olmalıdırlar, dedi.

Buda ve Leo-tseu dinine gelince, Türkleri ulus ve memleket ülküsünden başka bir imana alıştırmak onlar için fena olacaktır, bu iki din de insanlara acımak, boyun eğenlik,

miskinlik aşılamaktadırlar, vazgeç, dedi.

Bu dinlere girenler atılganlıklarını, cesaretlerini yavaş yavaş elden kaçırırlar. Bir gün gelir ki, Türk ulusu kendi kendine bir iş yapamayan Buda ve Leo-tseu’nun gelip

kendisine yardım etmesini beklemekten başka bir şey düşünmeyen, elleri koltuklarında uyuklayan bir sürü miskin Çinli haline girer, dedi.

Kayınbabamın sözünü dinledim.

Ey büyük Türk budunu, sen kutlu yurdunu bırakma, sen güzel dilini unutma, uydurma yabancı dillerle konuşma!

Düşmanın ile ilerin için danışma!

Senin için kardeşim Gültekin’le birlikte çok çalıştım.

Çin camokaları Pasimilerle, Hıtay Beyleriyle birleştiler, bize doğru yürüdüler.

Ben bunları karşılayacağıma geri çekildim.

Yurtlarından çok uzağa düşen bu üç ulusu uzak yollarda aç ve susuz bıraktım.

Teker teker karşılarına çıkıp baskın verdirdim.

Üçünü de ayrı ayrı tepeledim.

Bu sırada Kırgızlar da başkaldırdı.

Gültekin otuz altı yaşında iken Kırgızlara karşı asker gönderdik.

Mızrak boyunda kan söküp Gökmen ormanından apansız çıkarak Kırgızları bastık.

Hanlarıyla orman içinde savaşa girdik, burada Gültekin Bayirko’nun ak aygırına binip ileri fırladı.

Cihan kahramanını önlerinde gören ordu da ardından atıldı, bir başbuğlarını mızrakla deldi, tepeledi.

Savaşta ak aygırın beli kırıldı.

Gültekin yayan olarak saldırdı.

Hakanlarını öldürdü, ülkelerini aldı.

Gültekin, kırk altı yaşında iken Altındağı ve İrtiş ırmağını geçerek Türkeşler üzerine yürüdük.

Türkeş Han ateş ve Bora gibi Belce namındaki savaş alanına yetişti.

Dövüştük, kardeşim Gültekin Başko adındaki kır atına binip meydana çıktı. Başko adındaki kır at (Bilge Han’ın taş üzerinde kazdırdığı Orhun kitabesinin burası siliktir.

Okunamamıştır).

Önüne geçti. İkincisini kendi eliyle tepeledi.

Kendi eliyle Türkeş Han’ın, başbuğlarını tutuk aldı.

Türkeş Hakanını orada öldürdü.

Türkeşler geri çekildiler.

Karakış başladı.

Bizim ordunun ne yiyeceği, ne de konacağı yer vardı.

Biz de geri çekildik.

Kahraman Gültekin’i az kuvvetle yağının üzerine saldık.

Gültekin onları kovalamış, uğraşmış, Alp Sahanın ak atma binerek saldırmış, Kara Türkeşleri orada öldürerek boyun eğdirmiş.

Dokuz Oğuzlar kendi ulusum idi.

Gökte, yeryüzünde kötülükler çoktur.

Çekemezlik, düşmanın kandırıcı sözleri, gözlerini kararttı, kardeşlerini kıskandılar, bize düşman oldular, Türk ulusu ikiye ayrıldı.

İlk çarpışmamız Togozalık kasabası yakınında oldu.

Kardeşim Gültekin’in emrindeki Türk ordusu Tolga suyunu atları ile yüzerek geçtiler.

Gültekin Azman adındaki ak atiyle meydana atıldı.

Yağıyı tepeledi, ülkelerini aldı.

İkinci uğraş Dokuz Oğuzlardan Edizlere oldu.

Gültekin bu kez az yağız atına binerek Edizleri Koşliganda parça parça etti.

Savaşı da ben kazandım.

Üçüncü savaş Organ’da oldu, bu uğraşı da kazandık.

Oğuzların yurdunu aldık.

İkiye bölünen ulusu bir ettik.

Dördüncü uğraş Çuşi başında oldu.

Bu dört savaştan ordumuz yorulmuştu.

Ölülerimizi gömerken Oğuzlar yeniden üzerimize geldiler.

Gültekin kızdı, ortaya atılarak Tonganlardan Alpago adındaki ünlü Türk yiğidi ile birbiri ardısıra on kahramanı öldürdüğünden Oğuzlar korkarak kaçtılar.

Beşinci uğraş, bu savaşların en zorlusudur.

Ezgenti Kodaz’da oldu.

Bu savaşı da az yağız atına binerek Gültekin açtı.

Birbiri ardı sıra iki Oğuz kahramanı öldürülünce Oğuzlar Gültekin’den korkup darmadağın oldular .

Bu çağda kış bastı.

Kışı Anog Koruganı’nda geçirdim.

Kış zorlu oldu.

Atlarımız, sürülerimiz soğuktan öldü.

Açlık erlerimizi kırdı.

İlkyazda orduyu Gültekin ardına aldı.

Dokuz Oğuzların üzerine yürüdü.

Dokuz Oğuzlar askerlerini üçe ayırdılar.

Bir kol Gültekin’e karşı gitti, ikinci kol önlerine gelen sürüleri, konakları yakıp yıkarak yürüdü.

Üçüncü kol benim, yani Göktürk Hakanının bulunduğu karargâhı bastırdı.

Türk ulusu, Türk bayrağı, yeryüzünden kalkacaktı.

Atam, kızlarım, hatunlarım, çocuklarım tutsak olacaktı.

Baskına uğramıştık.

Fakat Gültekin bunu duydu.

Karşısındaki düşmanı bir solukta ezdi.

Sonra öküz atına bindi, dağı, taşı aştı.

Basılan otağımızın yardımına yetişti.

Yıldırım gibi yağıların aralarına girince bir atılışta otuz tane Dokuz Oğuzla savaş erini yere yıktı.

Yel gibi esti, ölüm gibi biçti. Sağa koştu vurdu, sola sıçradı yıktı.

Oğuzlar yıldırım gibi yeten kardeşim Gültekin’i görünce gene korktular.

Bozulmak üzere olan Türk ordusu, Meço Han ve benim hakanlığımın bütün uğraş sonu kazançlarını omuzunda taşıyan cihan kahramanı Gültekin’i aralarında görünce yeniden canlandılar, Dokuz Oğuzları darmadağın ettiler.

Fakat! ey büyük Türk ulusu!..

Göğsünde yetiştirdiğin kahramanların en şanlısı, dosta, düşmana boyun eğdiren, en büyük olgun, yiğit kardeşim Gültekin bu kavga sonunda dünyaya gözlerini yumdu.

Türk bayrağının yere değmemesi, Türk Ulusunun birleşmesi, Türk ulusunun tutsak gitmemesi için, birçok bahadır kardeşlerimizle birlikte temiz kanını son

damlasına kadar akıttı.

Türk bayrağını yükseltti, yere değdirmedi.

Beni kurtarmak için canını verdi.

Türk ulusu kurtuldu, fakat Türkün en büyük kahramanı Gültekin, koyun yılının yirmi yedinci gününde, çok sevdiği savaş alanında gözlerini bir daha açmamak üzere

yumdu1.

O, Türkün en ünlü tek kahramanı idi, onun namı yeryüzünde kalsın diye yuğ2 yaptım, bark yaptım, başucunda heykelini diktim, üzerine kümbet yaptım, kahramanlıklarını

taşlara kazdırdım, başucuna diktim.

Çin’den, Hıtaydan, dört acundan elçiler geldiler; son savaşında yendiği Oğuzlar bile onun yiğitliğine âşık olduklarından yuğ günü benden destur dileyip geldiler, ölüsünün

ardında yürüyüp saçlarını, başlarını yoldular, ağladılar.

Ben de büyük bir derde düştüm.

Görür gözüm görmez oldu.

Bilir bilgim bilmez oldu.

Tutar kolum tutmaz oldu.

Tanrı dilediği gibi bizi kullanıyor, Âdem oğulları bir bir gidiyor.

Öyle acı çekiyorum ki, gözümden yaşlar, gönlümden acılar akıyor, acılarım artıyor; başbuğlarımın küçüklerimin, yiğitlerimin, oğullarımın, baylarımın bütün ulusumun gözleri

kirpikleri ağlamaktan çürüyecek sandım.

Ağlayarak, sızlayarak Kıtay ve Tatayi uluslarından Odarsengin geldi.

Çin Hakanından İsiyi Ligenğ geldi.

Bir tümenlik eşya ile sayısız altın ve gümüş getirdi.

Tibet Hakanından Bölen geldi, geriye gün batısından Suğdaklar, Farslar, Buhara ulusları, Kırgızlar, Oğuzlar geldiler.

Çin Hakanı bark yapmak, taşlan oymak, süslemek için çıkan gönderdi3.

Ey büyük Türk ulusu!

Dört bir yerden taşçılar getirdim bu barkı yaptım, içine, dışına kahraman Gültekin’in uğraşlarını yazdım, resimlerini yaptım.

Gönlümdeki dilekleri bu taşa kazdım.

Sen büyük bir ulussun, sana beni Hakan yapan Tanrıya bin alkış.

Ey büyük Türk ulusu!

Bizden sonra gelenler bunu görün, böyle bilin:

Ölmez taşı işledim, bu ıssız yere diktim.

Üzerine her şeyi yazdım.

Oku!

Türk ulusunun birleşmesi için sen de sırasında kanını akıtmaktan korkma!

Bayrağını düşmana kaptırma!

Yurduna yabancı ayak bastırma!

Dilini unutup yabancı dillerle konuşma!

Düşmanın verdiği öğütlere kanıp kardeşlerini küçük görme!

Yurdunu bırakıp yağıya yanaşma!

Ey büyük Türk ulusu!

Dünyada yapamayacağın hiç bir iş yoktur; çünkü sen Gültekin gibi kahramanlar yetiştirmiş bir ulusun oğlusun!

Bunu böyle gör, böyle dinle!

Bayrağımızın rengi solmasın, gölgelice kaba ağaçlarımız kesilmesin, ulusumuzun arasına ikilik girmesin, yurdumuza yağı ayak basmasın, ey büyük Türk ulusu!

Bu taşı kazıyan, bu barkı yapan kahraman Gültekin’in ve Bilge Han’ın yeğeni Yuhğ Tekin.

Oğul hey!..

Beş yılda toparlayıp yazdığım Gültekin’in kitabını burada bitiriyorum. Bilmem kahraman atalarının bu hikayesiyle yüreğine bir şeyler verebildim mi? Sen de gördün ki, baş
eğmemek, kul olmamak için yirmi yedi kişi ile dağa çıkıp koca bir acuna boyun eğdiren kahraman bir ulusun oğlusun. Son satırları onlarca yazdım. Benim kalemim, görmediğim bu işleri bu kadar bir kuvvetle yazamazdı. Bunları ben hayalimden çıkarıp yazdım sanma. Hem sen gördün! Daha dün ulusun silâhı alınmış, dilini kaybetmiş, yurdunu yağı basmış, ikiye ayrılmış, bayrağı solmuşken sıçradı. Bugün gene şanlı bir bayrağın, temizlenen bir dilin, üzerinde kollarını kabarta kabarta gezdiğin bir yurdun, gece gündüz senin için çalışan bir başbuğun var…

 

s.162-174  

 

Yazarın dipçeye eklediği bilgiler:
Vang: Çin hükümdan demektir.

Bark: Anıt, üstü kapalı yer.
Ötüken: Türklerin ana yurdu ve Hakanların yayladıkları ormandır.
Leo-tseu, Buda dinidir. Türkler Buda dinine girmek istemişlerdi.
Tutuk, esir demektir. Tutsak da derler.
O zaman yıllar, koyun yılı, maymun yılı diye anılırdı. Bu tarih 731 yılının mayıs ayının otuzuncu günüdür. Gültekin 47 yaşında ölmüştür.
Yuğ: Cenaze alayı.
Çıkan, Çakan: Heykeltraş demektir.
Taş üzerindeki yazıda böyle yazar. Bir Gültekin’in kahramanlığı bütün bir Türk ulusunu kurtarmış, bütün bir düşmanı yıkrmıştır. Dağılan, ikiye, üçe, beşe ayrılan yüce bir Türk ulusunu bir araya toplamıştır. Bu satırlarda ek yoktur. Yalnız bugün konuşulan dile uydurulan yerleri ve çözülmüş biçimi yer almıştır.

EDE YAYIMCILIK

bilgi@edekitap.com

Bizler öykü anlatıcılarıyız. Bu bizim genlerimizde var. Öyküleme ilgi çeker, yaşam biçimlerini tanıtır; okuyanda, dinleyende görkemli ortak tin yaratır. Binlerce yıldır biriken öykülerimizi, yaygın iletişim alanları için yeniden tasarlarız. Özüne uygun geliştirir, etkileyenleri göz önünde bulundurarak güncelleriz. Biz, EDE’yiz. Değer üretiriz.

Okur Görüşlerine Açık Sayfa

Yorumlayınız