Eve Doğru
Birinci Dünya Savaşında Rusya için savaşan kuzey Türk’ü bir subayın, Demir Ali’nin izleğinde, Türk yurtlarının ve Türklerin içinde bulundukları durum anlatılıyor.
Birinci Dünya Savaşında Rusya için savaşan kuzey Türk’ü bir subayın, Demir Ali’nin izleğinde, Türk yurtlarının ve Türklerin içinde bulundukları durum anlatılıyor.
Anlaşılıyor ki, ya kitabın yazıldığı yıllarda Türkçeyle kavga henüz başlamamış, ya da yazar bu kavgaya itibar etmeden bildiği, duyduğu, konuştuğu Türkçeyi tercih etmiş.
6 Ekim 1948 gecesi, saatlerin tam biri on iki geçerken durmasına yol açan ve merkezi bu günkü Aşkabat’ın 25 km güney doğusu olan deprem, 130.000 nüfuslu şehirde, sadece 20.000 kişiyi sağ bırakır.
Ruslar, Göktepe kalesinde patlamadan sağ kurtulanları da kılıçtan geçirerek katliamı tamamlar.
Çünkü müze tarih demek. Çünkü müze kültür demek. Bunları bilmeyen bir nesil bu ülkeye ne gerek?
Bu harf farklılıklarıyla, konuşmada sağlanan ayrılık, yazı diliyle de pekiştirildi.
İkinci Dünya Savaşı, Alman-Sovyet cephesinde, Türk’ün Türk’e kırdırıldığı hileli bir savaştı. Sözde, Almanlarla Ruslar savaşıyordu ama cepheye sürülenler Türklerdi.
Geçen yüzyılı, her boya özel Kiril alfabesiyle geçiren Türkler, bu kez de her boya özel Latin alfabeleriyle yakınlaşma umutlarını bir başka bahara bıraktı.
Adil Yakubov'un başyapıtı olarak bilinen "Uluğbey'in Hazinesi", yazarın anlatım dilinin başarısının yanısıra, geri kalmışlığın, bilgisizliğin karşısında, Melik Şah ve Ömer Hayyam'dan yüz yıllar sonra bilime, özellikle gökbilimine sarılan bir anlayışı anlatıyor.
Kolağası Ramazan Ağa, sanki yarım asır evvel, kuytu bir tepede bulunduktan sonra, beyaz kağıt yaprağı arasına bırakılmış ve yalnız elyafı muhafaza edilen ince ve kuru bir nebattı.