Gün Uzar Yüz Yıl Olur
Mankurt ninniden çok hoşlanmıştı. Rüzgârın sertleştirdiği, güneşin kavurup kararttığı yüzünde tatlı bir yumuşama, bir hoşlanma dalgası görüldü. Onun yüzündeki bu değişmeyi gören ana sevindi, umutlandı.
Mankurt ninniden çok hoşlanmıştı. Rüzgârın sertleştirdiği, güneşin kavurup kararttığı yüzünde tatlı bir yumuşama, bir hoşlanma dalgası görüldü. Onun yüzündeki bu değişmeyi gören ana sevindi, umutlandı.
Büyük şairimiz Nedim’in şu soylu övünmesi hepimizin kulağına altın küpe olmalı: “Ma’lumdur benim sühanım mahlas istemez.”
Ortalıkta kimsecikler yoktu. Gece yağan hafif bir yağmurdan sonra, hava açmıştı. Yemyeşil bebek sırtlarında serin bir rüzgâr, etrafa toprak kokusu yayıyordu. Ağaçlar, daha dökülmeyen yapraklar, ıslak ıslaktı.
İkinci Dünya Savaşının gazaplı günlerinde, yaşanan acıların, çekilen çilelerin ve dayanılmaz özlemlerin bulut bulut her yana yayıldığı, her gönülü yaktığı zulmet havasında, onca kötülüğe karşın iyiye tutunma çabalarını unutturmayan bir öykü.
İkinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrasıyla Kırgızların Sovyetler Birliği içerisinde yaşadıklarını, yaşıyormuşçasına okumayı, Cengiz Aytmatov’un yapıtlarına borçluyuz.
Türk yazının güçlü adı Cengiz Aytmatov, Stalin döneminin Kırgız Türkleri üzerindeki yıkıcı etkisini Tanabay ve atı Gülsarı izleğinde aktarıyor.
Bizim orada kışın öyle çok kar yağar ki ta benim boynuma kadar çıkar. Her tarafı örter. Eğer ormana gitmek istesek, ancak boz at Alabaş’a binerek gidebiliriz. O, karları yara yara geçer.
Genç yaşında, Aras çayında, çözülemeyen şüpheli bir ölümle aramızdan ayrılan Behrengi, kısacık ömrüne pek çok yapıt sığdıran, Tebrizli bir aydın.
Birinci Dünya Savaşında Rusya için savaşan kuzey Türk’ü bir subayın, Demir Ali’nin izleğinde, Türk yurtlarının ve Türklerin içinde bulundukları durum anlatılıyor.