Preloader image
İÇİNDEKİLER
Title Image

Denizlerin Ressamı Ferzan Ali Aygen

Sonsuz Varlığın Anlık Yansımasını Taşıyorum Betizlerime...

Denizlerin Ressamı Ferzan Ali Aygen

Farzan Ali Aygen’in resimle ilgisi Ankara’da yaşadığı öğrencilik yıllarına dayanıyor. Nasıl başladınız, eğitim sürecinizin öne çıkan yönleri neler?

Evet, 1955 Ankara doğumluyum. Daha küçükken o zaman Numune hastanesinde başhekim olan dayım Celal Tümer’le birlikte hastanede dolaşır hatta şimdi size ilginç gelebilir, ameliyatlara girerdim. Çok ilgimi çekerdi, insanın karmakarışık bir yapısı vardı ve ben çok meraklı bir çocuktum sanırım. On beş-on altı yaşlarındayken gerçek anlamda resim yapmaya başladım. Annem bu resimleri tanıdığı ressamlara gösterdi, çok beğendiler ve bu sanatın okulunu okumamı salık verdiler. Öylece başladı ve Ankara’daki kolej eğitimimi tamamladıktan sonra İtalya’ya gittim. Resimlerimi görünce beni hemen okula kaydettiler. Bologna güzel sanatlar mezunuyum. Orada dört yıl heykel eğitimim oldu ve dayımın yanında dolaşmanın çok faydasını gördüm.

 

Ferzan Ali Aygen 23 Ekim 1955 yılında Ankara’da doğdu. İlk, orta ve lise eğitimini Ankara Kolejinde tamamladı. 1975-1979 yılları arasında Bologna Güzel Sanatlar Akademisi Resim Heykel bölümünü, 1979-1981 yılları arasında Litografi Baskı Teknikleri Yüksek okulunu bitirdi.

 

Biz sizi daha çok resimlerinizle tanıyoruz…

Evet, çok şanslı bir eğitim dönemi yaşadım. Bologna’dan sonra iki yıl Urbina’da taş baskı tekniği eğitimi aldım ve sonunda resimde karar kıldım. Diğerleri geri planda kaldı, resim öne çıktı.

 

Her ressamın kendine özgü yorum ve uygulama biçimleri var. Ferzan Ali Aygen’in yaklaşımı daha çok yağlıboya ve deniz resimleri mi?

Ağırlıklı olarak deniz resimleri denilebilir. Her şeyden önce deniz beni rahatlatıyor, fikir ve ruh olarak da besliyor. Deniz resimleri yapmak, renkleri ve ışıkları sürekli hareket hareket halinde olan değişimi yakalamak, sonsuzluğu ve derinliği yansıtmaktır. Bu optik değişimin etkilerini seviyorum. Fırtına, yelkenliler ve fantastik deniz manzaraları ilgimi çekiyor.

 

Sizi Numune Hastanesinin ameliyathanelerine sokan cerrah dayınızın bu resimlerde bir etkisi yok sanırım.
..

(Gülerek) Bakın oradaki etki daha sonra yaptığım sanat terapisi uygulamalarımda çok işe yaradı. 1990-1992 yılları arasında Avusturya’daki Bad-Haring rehabilitasyon merkezinde sanat terapisi adı altında resim dersleri vermeye başladım.

 

Sizin de hastalarınız oldu…

Ben onlara canlarım demeyi tercih ediyorum. Öğrencilerimle resim yapmaktan öte, hayata tutunmalarını sağlayıcı uygulamalar yapıyordum. Aralarında küçük çocuklardan, yaşlı insanlara kadar, uzun süreli tedaviye muhtaç kişilere umut aşılamayı hedefleyen, bunu da resim yaparak sağlayan çalışmalardı.

 

Gülen İnsanları Görmek Beni de Mutlu ediyor

 

Devam ediyor musunuz?

Uygun zamanlarda devam ediyorum. Ankara’da, iki yıl boyunca, Bilkent Rehabilitasyon Merkezinde kalan Gazilerimizle, resimle iyileştirme, onları yaşama doğru çeken çalışmalarım oldu. İnsanlara yardım etmek açısından olumlu bir uğraşı bu. Burada amaç resmi öğretmek değil resmi sevdirmek, hastane ortamında uzun süre kalan insanları, o bezgin ruh halinden kurtarmak. Gülen insanları görmekten ben de mutlu oluyorum. Benim için de bir ruhsu iyileşme anları bu çalışmalar.

 

Gazilerimizi gülerken görmek hepimizin isteği…

Elbette. Yalnızca onları değil aslında, ilgiye muhtaç olmak insanın doğasında var. Bakın son olarak, Beyaz Rusya’da Kanser Hastanesindeki çocuklarla yaptım bu uygulamayı. Özürlü denilen, bihassa ruhsu rahatsızlıkları olan ve kansere yakalanmış çocuklarla haftada üç gün, ikişer saat birlikte oldum. Tabi resim yapmak onlar için farklı; ellerini kullanmayı, uyumlu hareketler yapmayı artırdığı için çok faydalı bir durum oluşturuyor. İnanın ben onları, onların beni özlediğinden daha çok özlüyordum. Onlarla birlikteyken, özümü zamanın dışında hissediyordum.

 

Bu amaçla mı gittiniz Beyaz Rusya’ya?

Hayır. Türkiye’de, Ankara’da deniz ağırlıklı resimler yapıyordum. Beyaz Rusya’ya daha ziyade kış manzaraları resimlemek için gitmiştim. Biliyorsunuz orada kış çok çetin geçiyor ama karlı, buzlu görüntülere, beyazdan maviye doğru akan renklerin seyrine doyum olmuyor. Minsk şehrinde yaşadım üç yıl boyunca. Orada böyle bir hastahanenin varlığını işitince gönüllü olarak bu eğitim sürecini sürdürdüm. Benim için, öğrencilerim için, hatta ülkem için çok iyi oldu. Minskteki gazete ve televizyonlar haber yaptılar; bir Türk’ün böyle bir hayır işiyle anılması Türkiyemiz için de iyi oldu.

 

Gerçekten çok güzel bir etki bırakmış olmalı…

Oradaki çevremin tepkilerinden anladığım kadarıyla, sanıyorum olmuştur. Hatta Türkiye’den bir televizyoncu internetten görmüş bu haberlerden birini. Bizi aradılar ve bir TRT ekibi geldi. Hem çocuk hastanesinde hem de Minsk’te çekimler yaptılar ve hakkımızda bir belgesel hazırlayıp yayınladılar.

 

Ne güzel, farkedilmişsiniz…

Evet, çalışmalarım daha çok İtalya’daki bir galeri aracılığıyla satışa sunulduğundan Türkiye’de pek tanınmıyordum. TRT aracılığıyla çok kişinin varlığımdan haberi oldu.

 

Ferzan Ali aygen, yalnızca deniz ve kış resimleri yapan bir sanatçı değil. Onun çok yönlü kişiliği, sanatına da yansıyor. Suluboya, akrilik, yağlıboya temelli yapıtlarında hava püskürtme tekniğini başarıyla uyguluyor. Bilgisayarla da çok ilgili olan ressam, teknolojinin sanat dallarını etkilememesinin mümkün olmayacağına inanıyor. 1993 yılında Paris’te UNESCO Uluslararası Sanat Filmleri Festivali’ne “Entropia” adlı bilgisayar animasyon filmiyle katılıyor ve ödül alıyor.

 

Entropia’da, resimle teknolojiyi bir arada mı gördü izleyiciler?

“Entropia” Türkiye’de yaptığım bir çalışmaydı. İtalya’dan Louis Santifalle, Avusturya’dan İlse Obernosterer ve Türkiye’den Ahmet Kömeçoğlu ile birlikte resim ve canlandırma tekniğiyle yaptığım bir filmdi. Bilimle sanatın yan yana olurken yarattığı etkiyi, düzensiz gibi görünenlerin dönüşümüyle sağlanan uyumu içeren bir çalışmaydı. O yıllarda teknoloji bu kadar gelişmiş ve yaygın değildi. Güçlükleri vardı ama hepimiz için de iyi bir deneme olmuştu.

 

Resmin, onu gören insanda tamamlandığını düşünüyorum

 

İtalya’da resim ve heykel akademisinde okuduktan sonra önce Avusturya’da, ardından Türkiye’de başarılı eserler veren Ferzan Ali Aygen, sıra dışı yaşamıyla ve örnek davranışıyla dokunduğu insanların sevgisini ve hayranlığını kazanmış. Avusturya’da başladığı sanatla iyileşme anlayışı, Gazi Mehmetçiklerde, Türkiye’den uzakta Minsk’te, fahri olarak destek verdiği engelliler hastanesinde yatan çocuklarda karşılık bulmuş. Ferzan Ali Aygen’in Entropia dışında binlerle ifade edilen yapıtları, ağırlıklı olarak deniz ve kış manzaralarını konu edinen, yağlıboya ve suluboya çalışmalardan oluşuyor.

 

Üretken bir sanatçısınız ama nerelerde sergiliyorsunuz yapıtlarınızı, kimler ilgileniyor resimlerinizle?

Öncelikle söylemem gerekir ki, maalesef Türkiye’de yalnızca bir sergim oldu. Avusturya St. Lorenzen Lesachtal Point Galery, Graz Rehabilitasyon Merkezi, Etrurarte Uluslararası Resim Heykel Fuarı, Les arties A la Cote D’Azur Abel Regency Hotel Ville De Nice gibi yerlerde açılan sergilerim oldu. Ancak sanatımın sürekliliğini, İtalya’da resimlerimin sergi ve satışını yapan bir galeriyle sağlıyorum.

 

BRC takvimi çalışmanız da bu kanalla mı oldu?

Doğrudan olmasa da dolaylı olarak katkısı oldu sanıyorum. Çünkü resimlerim İtalya’da daha göz önünde ve bilinir durumda. Firma yetkilileri, on iki İtalyan şehrini bir Türk sanatçısı gözüyle benim yorumlamamı istediler. Floransa, Venedik, Roma gibi şehirleri en belirgin yönleriyle resmettim. Bu takvim dünyanın pek çok yerine gönderildi. Bu da bir Türk sanatçısı olarak beni çok mutlu etti.

 

Resimleriniz genelde insansız… İnsanlar için bir yandan resimle iyileştirme çabanız varken öte yandan resimlerinizde insanın olmaması ilginç bir durum…

Öyle gibi görünüyor ama benim düşüncemde durum farklı. Şöyle bir baktığımızda en küçük bir katkımızın olmadığı doğa olayları akıp gidiyor etrafımızda. Hızını ayarlayamadığımız yeller, boyutunu bilemeyeceğimiz dalgalar, her yeri boyayan gücüne karşı duramadığımız gün batımı, mucizevi birer güzellik olarak ve her an değişerek bizim algımızla buluşuyor. Bütün bu izlemeye doyulmaz anların tadı, yaşanılanlara tam odaklanmayla, dikkatlerimizi dağıtabilecek uyarıcılardan uzakta kalarak alınabiliyor, diye düşünüyorum. Bu anları aktarmakla sorumlu hissediyorum kendimi. Resimlerimde insana pek yer vermiyorum gibi görünebilir ama bu duygumla insan, aslında çalışmalarımın merkezinde. Diğer sanat yapıtlarında olduğu gibi resmin de onu gören insanda tamamlandığını düşünüyorum.

 

Çöl Resimleri Yapmayı İstiyorum

 

Deniz resimleri, kış resimleri, kent resimleri… Sırada ne tür çalışmalar olacak, hangi yapıtlarınızla tanışacak sanatseverler?

Bilemiyorum… İnsanın az olduğu ya da insan gücünün acz içinde kaldığı ortamlar benim ilgimi daha çok çekiyor, belki de. O yüzden denizin kimi zaman yakarışı, kimi zaman haykırışı; kışın kışkırtıcı sessizliğinde gizlenmiş varolma duygusu, direnme gücü gibi insana dokunan, onu kavrayan hallerini tuvalde görünür kılmaktan hoşlanıyorum. Benzer duyguları yaşayabileceğimi düşündüğüm, orada yaşamak özlemi duyduğum bir başka yer de çöl. Avusturya’da yaşarken çok yakın bir çalışma arkadaşım vardı, Tuvaregli. Onda gözlemlediğim çöl aşkı, bende, oralarda çok güzel resim yapılabileceği fikrini uyandırmıştı. Yıllar sonra arkadaşım Ahmet Kömeçoğlu’nun, Türkmenistan çöllerini de anlattığı Bir Çay İçiminde Türkmenistan adlı kitabını okuduğumda ve ondan dinlediklerimle bu hevesim yeniden debreşti. Kısmet olursa ya Tuveglerin yurdunda ya da Türkmen Türklerinin arasında bir süre yaşamayı ve çöl resimleri yapmayı istiyorum.

 

Bir üç yıl da orası mı? Zor gelmiyor mu başka başka yerlerde bu kadar uzun süreli yaşamak?

Üç yıl mı, üç gün mü olur, orasını bilemem. Biliyorsunuz Bilge Kaan, “Zamanı Tanrı yaşar, kişioğlu ölümlüdür”, der. Bize düşen, doğumla ölüm arasını iyi değerlendirmek. Ben resim yapmanın iyi olduğunu düşünüyorum. (Güler)   

 

Son olarak en başta sormam gereken şu soruyu yanıtlamanızı rica edeceğim sizden. Resme başlamadan önce o beyaz tuvalin karşısına geçtiğinizde mi karar veriyorsunuz ne çizeceğinize, nasıl boyayacağınıza?

Size bir itirafta bulunacağım… Aslında ben pek bir şey yapmıyorum. Yalnızca o beyaz tuvalde varolanın görünmesini sağlıyorum…

 

Yani bizim göremediklerimizi… Çok teşekkür ediyorum, içten söyleşi için.

 

Bu söyleşi, Sinemasalı için ilk kısa film senaryosu çalışması sırasında, genç sinemacılarla öykü ve senaryo kurgusu üzerine fikir alışverişlerinin yapıldığı Ede Film merkezinde Ferzan Ali Aygen’le  gerçekleştirilen uzun görüşmenin bir bölümüdür.

Ferzan Ali Aygen 2011 yılı Eylül ayında sonsuzluğa uğurlandı. O dönem birlikte olan öğrencilerden Ebubekir İznaev, Ahmet Arısoy, Çılga Gürel, Damla Yılmaz, Hasan Erhan Sarı ve Şemseddin Suat Yılmaz, Ferzan Ali Aygen anısına “Törüngey” adlı kısa filmi çektiler.

 

EDE YAYIMCILIK

bilgi@edekitap.com

Bizler hikaye anlatıcılarıyız. Bu bizim genlerimizde var. Görkemli öykü anlatımı ilgi çeker, yaşam tarzlarını tanıtır ve ortak ruh yaratır. Binlerce yıldır birike gelen öykülerimizi, yaygın iletişim alanları için yeniden tasarlarız. Özüne uygun geliştirir, etkileyenleri göz önünde bulundurarak güncelleriz. Biz, EDE’yiz. Değer üretiriz.

Okur Görüşlerine Açık Sayfa

Yorumlayınız