Preloader image
Title Image

Sarı Çizmeli Mehmet Ağa

Yusuf Ziya Ortaç
yusuf ziya ortaç

Sarı Çizmeli Mehmet Ağa

Türk yazınına, değişik türlerde yazdığı yapıtlarıyla katkı veren Yusuf Ziya Ortaç 1895’te İstanbul’da doğdu. İki Türk devletinden birinin yıkılışını, birinin kuruluşunu yaşayan kuşağın çırpınışlarını, umutlu çabalarını, Yusuf Ziya Ortaç yapıtlarında da bulmak olası. Değişimin etkilerini yapıtlarına yansıtan Yusuf Ziya Ortaç; koşuk, öykü, güldürü, görmük, gezi, anı başlıkları altına sığdırdığı verimleriyle, yaşadığı çağı, yazılı kalıt olarak bırakan bir Türk aydını.

 

Akdeniz’e, Akından Akına, Atamız İçin, Mehmetçik, Kafkas’ta Kalanlar, Tuna Boyu gibi destansı koşuklarıyla anımsanan Yusuf Ziya Ortaç, Faruk Nafiz Çamlıbel, Orhan Seyfi Orhon, Halit Fahri Ozansoy, Enis Behiç Koryürek’le birlikte, aruz yerine hece ölçüsüyle yazan, “Beş Hececiler” diye anılan  topluluğun, öncü üyesidir.

 

Koşukla anılmasına karşın, döneminin koşulları içerisinde öne çıkan toplumsal değişimleri, kuşaklar arası çatışmaları güldürüden de yararlanarak yazdı. Kürkçü Dükkanı, Şeker Osman, Göç, Üç Katlı Ev gibi uzun öyküleri; Şen Kitap, Beşik, Ocak, Sarı Çizmeli Mehmet Ağa gibi kısa yazıları, yazarın yurdunu ve yurttaşını önceleyen yaklaşımını sergiledi. Binnaz, Kördüğüm, Latife, Nikahta Keramet adlı yapıtlarında ise anlatacaklarını, görmüğün olanaklarını kullanarak aktardı. Göz Ucuyla Avrupa, Bizim Yokuş, Portreler, İsmet İnönü biyografisi gibi gezi, anı, içeren yazıları, yazarın betikleri arasında yer aldı.

 

Yusuf Ziya Ortaç, 11 Mart 1967’de İstanbul’da yaşamını yitirdi.

SARI ÇİZMELİ MEHMET AĞA'dan...

SARI ÇİZMELİ MEHMET AĞA’YA

 

Beni tanıyamadın, değil mi ağam?… Ne adımı duymuşluğun vardır, ne yüzümü görmüşlüğün… Yazın Anadolu kulübüne gelmez, kışın Serki Doryan’a gitmez, hattâ arasıra Lebon pastahanesine, Melek sinemasına bile uğramazsın ki…

 

Ama, ben seni doğduğundan beri görür, bilir, tanırım: Yüzün, gözbebeklerimde kırış kırış, güneş yanığı çizgilerdir. Sesin, kulaklarımda alev alev iniltilerdir ve kıyafetin, kalbimde liyme liymedir senin!,

 

Her adım başında seninle karşılaşırız Sarı Çizmeli Mehmet Ağam: Bakarım, sırtında patlak bir küfe, alaca karpuzları doldurmuş, yaz güneşi altında yüzün mosmor, bir yokuş tırmanıyorsun… Bakarım, bir kış sabahı, güzlerin buğulu apartıman camlarında, el sallayacak bir hayal arıyarak geçmektesin!

 

Galatada hanın, Beyoğlunda dükkânın, Maçkada apartımanın yoktur ki, telefon rehberinde adın olsun, adresin olsun senin…

 

Senin sarı çizmen bile çıplak ayaklarında kurumuş dağ topraklarıdır.

 

Sen, vatan haritası üstünde, yüzde seksen varlığınla hâlâ meçhul bir Sarı Çizmelisin, Mehmet Ağam!

Ebesiz doğarsın, ilâçsız büyrsün, ve… doktorsuz ölürsün sen!

Yayıktan aldığın bir tokaç tereyağ benim, folluktan aldığın iki yumurta benim, bahçenden topladığın üç beş avuç fındık benimdir.

 

Köy kahvesinde, yılların eskittiği yağlı kâğıtlarla, bir… bir paketine değil, bir cıgarasına, bir tek köylü cıgarasına, oynadığın iskanbilin adı, bizim dilimizde kumardır. Koca İstanbul, başını hayıflana hayıflana iki yana sallıyarak sana yanar:

Bilmezsin ki ağam, şehrin yeşil masasında senin bir yıllık – hayır, hayır – bir ömürlük bütçenin adı rakam değil, kelimedir:

— Banko!..

Bu iki heceyle bir cepten bir cebe kaç sarı çizmeli Mehmet ağanın nakafası aktarma olur?.. O kadar sayı bilmezsin ki, söyliyeyim sana!.,

 

Bilirim ağacığım, bilirim: Tekel’in rakısı değil, Alpullunun şakeri bile sizin toprak çatınız altında elüksə tür. Ama sen, bir köy düğününde iki kadeh içsen, şehrin bütün fazileti nutka gelir:

— Ah bu köylümüzdeki içki iptilasıl..

 

Peki, ya senin hakkın Mehmet ağacığım, ya senin hakkın?

Sen ki, yurdda Cumhuriyet ilan eden yüz bir püre topla beraber «efendi» ilân edilmiştin: inkılâp Türkçesinde senin otuz yıllık ismin eefendimizədirl. ”Ne dersin Sarı Çizmeli Mehmet ağa, acaba bu kelimenin mânasına kavuşturamıyacağımız için midir ki, bir yandan seni «efendimiz» ilân ederken, bir yandan da «bey»liği, «paşa»lığı ve «efendi»liği kaldırdık!

 

Hayır Sarı Çizmelim, hayır… O kadarcığını biz de biliriz artık: Efendilik, ne toplar atılarak verilir, ne fermanlar yazılarak alınır. O, bir yaradılış işi ve bir tarih oluşudur.

 

Sen, asırlar boyu sabrın, kitabeleştindiği çizgi çizgi alnınla efendi doğdun, efendi yaşadın, ve efendi öleceksin Sarı Çizmeli Mehmet Ağa..

 

25 Eylül 1952

TÜRK KÖYLÜSÜ

 

 

Varlığımızın ana kaynağı köydür: Yemen çöllerine onu gömdük. Arnavutluk dağlarında o yatıyor. Sarıkamış, Çanakkale odur, Sakaryanın aynasında onu görürüz.

 

Köyde davul, sınırdaki toplarla beraber gümbürder. Sel, onun yuvasını basar. Dolu, onun tarlasını bozar. Çekirge, onun mahsulünü biçer. Güneş, onun toprağını yakar ve sıtma, sapsarı derisiyle onun kemiklerine yapışır.

 

Köyün gıdasını şehrin kursağına, köyün yakıtını şehrin ocağına onun sırtında taşırız.

 

Şu gözleri hasetle açılmış apartmanların harcını onun alın teri yuğurdu. Şu yataklı vagonların yumuşak havası içinde geçtiğimiz sarp dağları onun pazısı deldi. Şu kaloriferlerimizde yanan kömürü, yeraltı zindanından onun kazması söktü.

 

Ekmeğimizdeki buğday o, tenceremizdeki pirinç o, çayımızdaki şeker odur.

 

Edebiyatta onun bir adı var: Mehmetçik!

 

Onu kaldırınız, “Türk tarihi kalmaz.

ORTA ADAM!

 

Türkiyemiz dev adamlar ve cüce adamlar memleketidir. Yokluğunu çektiğimiz tek değer var: Orta adam.

 

Gözünüzü hangi yöne çevirirseniz çeviriniz, onun yokluğunu duyacaksınız, Asfalt yolda ayağınız bir göle mi battı? Orta adam yokluğu… Tıkanan caddede kornaların yasak çığlığı mı yükseliyor? Orta adam yokluğu… Bütün komşu binaların üslübunu bozan bir melez apartıman mı zevkinizi tırmaladı? Orta adam yokluğu… Konusu yavan, soruları zekâsız, Türkçesi bozuk bir ropörtaj mı okuyorsunuz? Orta adam yokluğu… Şu sigara dumanlariyle bulutlanmış sinema salonu, şu ağaçları dibinden budanmış orman çölü, şu serseriler itişen bakımsız park, şu boyalar içinde kaldırım kızı, şu yamalar içinde köprü altı çocuğu, her acı, her istırap onun, yalnız onun yokluğunu söylüyor; hayır, haykırıyor.. Hem de kaç aydır değil, kaç yıldır değil, kaç asırdır…

 

Sağır mıyız acaba?

 

Hesap kitabı, pardon, aritmetik kitabı diyorlar, problemler yanlış… Edebiyat muallimi, pardon, edebiyat öğretmeni diyorlar, okuduğu şiirin veznini bilmez… Mimar diyorlar, yaptığı apartıman bitmeden çöker.. Ressam diyorlar, zamane kızları kendi yüzlerini onların tablolarından daha iyi boyuyorlar!

 

Bir yanda, cebinde dolar, kapımızı çalan turistler, öte yanda, gezecek yolum, yatacak odam, eğlenecek yerim yok diyen güzel İstanbul…

 

Hepsinin tek sebebi: Orta adam kıtlığı, orta adam kıtlığı, orta adam kıtlığı!

 

En güzel fikir, en verimli plân, en yeni proje… Neye yarar? Dev kafasından cüce avucuna bir pike inişle düşecek olduktan sonra…

 

17 Mart 1955

EDE YAYIMCILIK

bilgi@edekitap.com

Bizler öykü anlatıcılarıyız. Bu bizim genlerimizde var. Öyküleme ilgi çeker, yaşam biçimlerini tanıtır; okuyanda, dinleyende görkemli ortak tin yaratır. Binlerce yıldır biriken öykülerimizi, yaygın iletişim alanları için yeniden tasarlarız. Özüne uygun geliştirir, etkileyenleri göz önünde bulundurarak güncelleriz. Biz, EDE’yiz. Değer üretiriz.

Okur Görüşlerine Açık Sayfa

Yorumlayınız