Title Image

Aganta Burina Burinata

Musa Cevat Şakir Kabaağaçlı
Halikarnas Balıkçısı Aganta Burina Burinata Cevat Şakir Kabaağaçlı

Aganta Burina Burinata

Eskiden diye başlayan tümceler, özlem, saygı, acınma, yerinme gibi onlarca sözle birlikte geçmişin güzelliklerine övgüyle biter. Güzel düşünmeyi, güzel yaşamayı beceren dingin ama dinç ruhlar, iyilikle kötülüğü ve egemen çirkinliği geride bıraktıklarında, yarattıkları yeni güzellikleri geleceğe kalıt bırakırlar.

 

Kimileyin bir çift söz, derin bir koşuk, duygulu bir şarkı, kimileyin çelebice bir bakış, yiğitçe bir tavır, dirençli bir kaygı, zamanları aşar, iz bırakacak yeni sahipler arar ve mutlaka karşılık bulur.

 

Musa Cevat Şakir Kabaağaçlı, adıyla başlayan ve belki kendince sıradan olan ilginç bir yaşamı zaman içinde tüketirken, eskiden olan biten ne varsa gelecek için saklayan bir çabanın içinde olmuş.

 

Ona gebeyken annesinin düşüne giren Musa Peygamberin adıyla başlayan, soyunun sopunun tüm görkemli açıklığıyla ona aktarılan adlarla birlikte 1890-1973 yılları arsında soluk almış, ömrünce süren çabasıyla yurdunun dayancı, yurttaşının kıvancı olmuş.

 

Halikarnas Balıkçısı adına, aidiyet vurgusunu pekiştiren bir ince düşünceyi yerleştiren Cevat Şakir Kabaağaçlı, tüm yapıtlarında, Türk kavramını var eden değerlerin izlerini, bıkmadan usanmadan, eller ne der ezikliğine düşmeden ince ince, açık açık anlatır.

AGANTA BURİNA BURİNATA'dan..

“Işık, Şive Değiştiriyordu

 

“Sabahtan beri birbirine kapı komşusu olmuş; taban tabana zıt iklimlerden geçmiştik. Yolumuzun burasında Cenevizlilerin Şatosu kararmış, orasında bir Selçuk Kulesi ağarmıştı. Bir yerde de eski bir Yunan yıkıntısının, yüzyılların rüyasına dalgın, güneşte uyumakta olduğunu görmüştük. Kuş uçmaz, kervan geçmez yerlerde kalmış bu taşlara yüzyıllar mı silmişti ne? Onlarda ancak zamanın gelmiş geçmiş şeylere verebileceği bir yücelik ve güzellik vardı.

 

Ben o zaman çocuktum, insanları yaşlarına göre hep babalarım, analarım, kardeşlerim sayardım. Kendi mi de dünyada bir sığıntı, bir çile çekici değil, beklenen bir konuk, dünyayı da Cennet sanırdım. Gördüklerimi aç bir süngerin suyu içtiği gibi, hep içime çektim.

 

Akşam oluyor, ışık şive değiştiriyordu. Yol bir iki sağa sola çalkandı, sonra bizi bir ovaya daha döktü. Ovanın kenarındaki tepenin birinde Peçin kalesi yükseliyordu. Ovaya yayılan loşluk üzerinde kale bir meşale gibi kıpkızıl yanıyordu. Güneş batarken kararan sular yükseldi, kale cıız diye söndü. Babam:

-Artık Milas’ta sayılırız, dedi.

 

Yolun iki tarafındaki zeytinliklerin arasından başka bir yolcular geliyorlardı. Rençberler heybe, çapa ve belleri omuzlarında, kadınlar da çocuklarını sırtlarında taşıyorlardı. Çoluk çocuk gürültüsü, deve ve Keçi çanlarının çıngırtısı ile Milas’a girdik. Kimi kadınlar, yamru yumru kaldırımlar üzerinden, altları yenmiş takunyalarla ayakları burkula burkula yürürlerken,  ellerindeki kirmanla ip eğiriyorladı. İçlerinde omuzlarında uzun su tesisleri taşıyan boylu posluları da vardı. Rençberler ayakkaplarının kabaralarını  çatırdata çadırdata yürüyorlardı. Gündüzün ortalık günlük güneşlikken, akşamleyin Milas’ın ün almış ayaz’ı bastı.

 

Anadolu’nun güneyi değil mi ya, yedi sekiz saatlik bir yürüyüşle üzüm asmaları, zeytin, harup, portakal, limon yetiştirilen yerlerden, bin metrelik uçurumları, uzakta görünen karlı dağları, kızıl güneşle yanan ovaları birbirine karman çorman karıştıran bir bölgeden geçmiştik. Burada yaban, orada uysal birbiriyle uzlaşmaz bu iklimler türlüsü, aklıma damgalandı, kaldı.”

EDE YAYIMCILIK

bilgi@edekitap.com

Bizler öykü anlatıcılarıyız. Bu bizim genlerimizde var. Öyküleme ilgi çeker, yaşam biçimlerini tanıtır; okuyanda, dinleyende görkemli ortak tin yaratır. Binlerce yıldır biriken öykülerimizi, yaygın iletişim alanları için yeniden tasarlarız. Özüne uygun geliştirir, etkileyenleri göz önünde bulundurarak güncelleriz. Biz, EDE’yiz. Değer üretiriz.

Okur Görüşlerine Açık Sayfa

Yorumlayınız