Preloader image
İÇİNDEKİLER
Title Image

Gök Gürültüsünün Eziciliği

ALİ KÖSE
Ali Köse

Gök Gürültüsünün Eziciliği

Hızlı adımlarla yürüyor, varacağı yere bir an önce varmak istiyordu. Acelesi vardı. Zaten herkesin, her zaman acelesi olurdu. Ayakları hızlı bir şekilde hareket ediyor, bu hızı bozan yalnızca başkalarının ona attığı omuz darbeleri oluyordu.

Çok fazla insan vardı, çok kalabalıktı hangi birinin yüzüne bakacaktı? Yürürken yalnızca yere bakıyordu; kaldırıma, yaya yoluna. Orası da pis ve griydi. Kaldırım taşları sökülmüş ve uzun süre bakım yapılmamıştı. Gördüğü tek şey buydu…

Arada kendini bu görüntüden alıkoymak için başka yerlere bakıyordu. O anlardan biriydi. Kafasını kaldırıp bir an havaya baktı. Yerden farkı yoktu. Griydi. Demek ki yine yağmur yağacaktı. Bakışlarını yere çevirerek hızla yürümeye devam etti. Yağmura yakalanmak istemiyordu.

Yürürken yapmayı en sevdiği şey insanların konuşmalarından duyduğu cümleleri alıp, konuşmayı devam ettirmek ve başkalarının yaşamlarını, yüzlerini, neye benzediklerini kendi kafasında yaşatmaktı.

İki gencin sinemaya gidemeyişlerine dair bir konuşmayı kendi kafasında devam ettiriyordu şimdi. Sinemaya gidecek paraları yoktu, o zaman bir mekâna gidip kahve içebilirlerdi. Ama bu kadar insan varken ne konuşacaklardaki orada. Başkalarının gürültüsünden konuşamazlardı. En iyisi evlerine gitmeleriydi o halde. Kendilerini, boşlukların taşla örülmüş, geometrik şekillerin içine bırakmaları, onlar için en iyisi olacaktı. En azından orada kendilerinden başka kimse olmaz diye düşünüyordu.

Bunları düşünürken ensesinden beline doğru akan soğukluğu hissetti, duraksamak zorunda kaldı. Yüzü düştü. Çünkü yağmur başlamıştı. Islanmamak için gideceği yere aceleyle gidiyordu oysa.

Derken, bir anda sanki yer gök sallandı. Gök gürlemişti. Ama ne gürleme. Kafasını kaldırdı ve kaldırdığı anda hayretler içinde kaldı, etrafına baktı. Her şey donakalmıştı. Bütün şehir durmuştu. İşleyen bir saat işlemez olmuş, heykeller gibi taş kesilmiş hareketsiz insanlar yürümez, arabalar gitmez olmuştu.

 

Yanında donakalmış bir insanın gözlerine doğru elini uzattı ve salladı, hareket yoktu. Bir adım ileriye gitti, kimse fark etmedi. Sağa gitti, sola gitti, biraz koştu biraz yürüdü, kimse bir şey söylemedi.

Durmuş zaman içinde hareket eden tek oydu. Çok korktu. Kendisini bu korkudan kurtarmak için düşündü. Aklına ucuz da olsa bir şeyler geldi ve aranmaya başladı. Onun gibi birisi daha olmalıydı. Etrafındaki her şeyi inceliyor ve hayretle bakarak yürümeye, aramaya devam ediyordu. Kendisi gibi hareket eden bir şey arıyordu.

Her adımda yalnızlığını biraz daha büyütüyor, gördüğü her şeyden daha da dehşete kapılıyordu. Şehir donakalmıştı. Evet, yalnızdı.

Hoş, her şey donmadan önce de aynıydı ya. Ama bu yetmezmiş gibi sanki şehri bütün çıplaklığıyla görüyordu. El ele yürüyen bir çifte baktı. Aslında el ele tutuşmadıklarını gördü, gönüllerindeki başka insanları gördü, ayrılığı gördü.

Hemen arkalarında bir adam vardı, orta yaşlarındaydı. Adamın evini gördü, kirasını, cebindeki parayı gördü. Evinde bekleyen ailesini gördü, dolaptaki azalmış fasulyeyi, ödenmemiş faturaları ve ihbarnameleri gördü. Elektriğin kesilişini, karanlıktan korkan çocuğunun ağlayışını gördü.

Dayanamadı kafasını sağına çevirdi, genç ve yakışıklı bir delikanlıydı bu sefer gördüğü. Onda ümitsizliği, çaresizliği, gülümseyen suratına rağmen içinde besleyip büyüttüğü korkuyu gördü.

Soluna baktı, ayaksız bir dilencinin ayaklarını gördü. Önündeki bozuk paraları ve iç cebine sakladığı diğer paraları gördü. O paralara dokunan elleri ve yaşantıları gördü.

Tiksindi bu durumdan, sahtekarlıktan, yapmacıklıktan, onlarla aynı yolda yürümek istemedi. Yolun ortasına çıktı, kimse ezemezdi onu. Bütün arabalar duruyordu ama yine de trafiği gördü. Sıkılmış insanlara baktı. Bekleyişi gördü.

Bir otobüsün sürücüsüne baktı ve ölmüş bir kedi gördü, zerre üzülmemiş bir surat ve ağzındaki sigarayı gördü. Kedinin üstünde uçan sinekleri, o sineklerin karalığını gördü.

Koştu.

Simsiyah arabalar gördü.

Daha da koştu.

Siyah arabaları geçemiyordu bir türlü, sanki hiç ilerlemiyordu, sanki koşmuyordu da olduğu yerde sayıyordu.

Ya da o kadar çoktular ki geçemiyordu siyah arabaları.

Birinden içeri baktı ve bütün bir ülkeyi gördü. Sefil insanlardan oluşan bir merdivenden tırmanan birisi oturuyordu içeride.

Olamaz diye geçirdi içinden.

Bir arabanın daha içine baktı sonra. Bu sefer bir terazi vardı içinde. Terazi dengesizdi, ağır basan yönünde arabada oturanı, diğer tarafında bir sürü insanı gördü. Bir sürüydü bu adamlar.

Kim bilir daha bu arabaların içlerinde neler görecekti. Bakamadı daha fazla, kusası geldi.

Adaletsizliği sevmezdi. Hoş, kim severdi zaten bu adamlardan başka.

Arabanın gittiği yöne çevirdi bakışlarını. Kapkaranlık bir yol gördü, daha da korktu geri döndü. Gidemedi ileriye.

 

Ne yapacağını bilemez olmuştu, nereye gideceğini kestiremiyordu artık. Çok çaresiz kalmıştı ki tam o esnada bir kez daha yer gök sallandı. İkinci kere gürledi gök. Her şey, herkes harekete geçti göğün gürlemesiyle.

Yolun ortasındaydı ve her şey üstüne geldi.

Ezildi.

Arabalar ezdi onu. Siyah, irili ufaklı, ardı ardına gelen arabalar.

Yayalar için yeşil yandı, yeşil ezdi.

Üstünden insanlar geçti.

Tüm insanlar ezdi.

Yalanlar, üzüntüler, acılar ezdi.

Sevinçler bile ezdi.

Yayalara kırmızı yandı. Bu seferde kırmızı geçti üstünden.

Sıra şehrin tarihindeydi.

Tanklar ezdi önce, askerler, polisler.

Kanunlar ezdi. Tüm yurdu etkileyen kararlar ezdi, devlet ezdi, toplum ezdi.

Açlık, tokluk ezdi.

Alfabedeki harfler ezdi. A ezdi, N ezdi, K ezdi. Yetmemiş gibi A bir daha ezdi. R ezdi, A yine ezdi. Dayanamadı bu acıya, sesi çıktığınca bağırdı:

“aaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa!”

Kimse duymadı bu bağırışı.

Sesi de ezilmişti.

Elleri, kolları, her yeri…

Bir daha hareket edemedi.

 

O kadar ezildi, o kadar ağır geldi ki bu şehir ona, dondu kaldı yolun ortasında.

Hareket eden zamanda her şey hareket ediyor, ilerliyordu.

Bir tek o donup kalmıştı.

Bir tek o hareketsizdi.

Düşünmeye başladı o da. Madem kendisi hareket edemiyor, düşünceleri hareket etsindi. Kediyi düşünüyordu.

Ezilen o kedinin gözünü gördü düşünde.

Üstünde uçuşan sinekleri, sineklerin karalığını.

Kapkara arabaları ve gittikleri karanlığı…

Ali Mansur Köse

alimansur.kose@edekitap.com
1 Yorum
  • Muhammad Nauman Ch

    12 Nisan 2020 at 17.59

    Kelimeleri kaybettim. Bu çok güzel yazılı ve iyi yapılandırılmış bir hikaye. Her şeyi okumaktan zevk aldım ve yazarın yazıları aracılığıyla ona karşı kitleyi çekme potansiyeli olduğu için daha fazla yazmasını öneriyorum. Son olarak, şehrin ve insanın ziyaret ettiği alanların açık ve canlı açıklaması harikaydı, çünkü daha net hayal etmenizi ve insanın hissettiği yalnızlığı hissetmenizi sağlar ve bize dünyayı gözlerinden görme şansı verir.

Yorumlayınız